Şrift ölçüsü:
A+
A
A-
16 Haziran 2015

Hüccet Tamamlama Mahiyetinde Zer Âlemindeki Taahhüt

Hüccet Tamamlama Mahiyetinde Zer Âlemindeki Taahhüt

Bir Önceki Makaleye İlintili Olarak:

Bir önceki makalede işaret ettiğimiz gibi Kur’an-ı Kerim'den, Allah’ın (c.c.) teşrii bilgilerine mazhar olacak halifeye (resuller/muhlesler)  muhalefet edebilecek varlıkların, Melek, iblis ve halife olarak yeryüzüne yerleştirilecek Âdem’den türeyecek Âdemoğulları'nın olduğunu anlayabiliyoruz demiştik. Söz konusu muhalefet gerçekleşirse farklı ve birbiriyle tezat içinde iradeler faal olur ve dolayısıyla fesat ve zulüm gerçekleşecektir. Bu nedenle Allah (c.c) bu varlıklardan adaleti gereğince özgür iradelerini yok etmeksizin ilahi teşrii bilgiye mazhar olan halifeye tabi olmalarını istiyor. Melekler teslim oldu ama İblis muhalefet ederek Allah'a şirk koştu. Yanı kendi iradesini Allah’ın teşrii iradesinin önüne koydu. Böylece varlık âleminde şirkin şekillenmesi; yani ilahi teşrii bilgiye değil zan, bencil ve şahsi içtihat doğrultusunda hareket edecek bir irade ortaya çıktı. Dolayısıyla Hak Teâlâ İblis hakkında gereken bilgileri insana veriyor ve insanı ona uymaktan sakındırıyor: “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm'a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır” (Bakara 208). Şeytan gibi yaparsanız hep bir birinize düşman kesiliyorsunuz. Şeytan gibi yapmak, Allah’ın insanların ihtiyarinde vermiş olduğu tekvini ve teşrii bilgileri bırakıp zan ve içtihatlarla hareket etmektir.     

Genellikle “Tevhid”den maksadın Allah ile kendi arasına vasıta koymamaktır şeklinde algılandığı için bazıları İblis'i en büyük muvahhid bilmişler. Zira vasıtayı kabul etmemiş, direk Allah'a secde etmek istemiştir diyorlar. Oysa tevhitten maksat tekvini bilgiler doğrultusunda Allah’ın teşrii bilgisine teslim olmak ve şirkten maksat da bu bilgiyi kenara koyup ben mihverlik, zan ve içtihattan kaynaklanan bilgi doğrultusunda Allah’ın iradesinin karşısında başka bir veya birçok iradeyi şekillendirmektir. Zan ve ben mihverlikten kaynaklanan içtihatlar devreye girdiği zaman birbirinin önünde birçok iradenin devreye girmesi ve birbirinin önünde iradelerin şekillenmesiyle varlık âleminde fesat ve zulmün gerçekleşmesi kaçınılmaz olur; “Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki, Arş'ın Rabbi Allah, onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir” (Enbiya 22). Varlık âleminde cari olmakta olan tüm fesat ve zulümlerin kaynağı İlahi teşrii bilgi ve dolaysıyla İlahi teşrii iradenin yanı sıra iradelerin şekillenmesidir. İblis Allah’ın teşrii bilgisine mazhar olan Adem'e tavır takınarak bilginin kendisine tavır takındı, zannı ve içtihadı devreye soktu, bundan dolayı müşrik oldu.

İblis bunu bilinçli yaptığı için tevbe etmek yerine Allah’ı suçlamaya çalıştı, Âdem ve Âdem’den türeyecek insanlara zarar vermek için onları İlahi teşrii bilgiden uzaklaştırmak için bütün gücüyle çalışacağına dair Allah’ın izzetine yemin ediyor: “Şeytan dedi ki: "beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde kesinlikle oturacağım” (Araf 16). İnsanoğlunu İlahi teşrii bilgiden uzaklaştırmak için her çeşit yola başvuracağını söylüyor; “Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından saldıracağım ve sen onların çoğunu şükretmeyenlerden bulacaksın” (Araf 16 – 17). İblis'in üzerinde çalışacağı tek şey, gerektiği gibi Allah’ın teşrii bilgisine amel edilmeyerek varlık âleminde şirkin cari olmasıdır. Zira şirkin cari olmasıyla her çeşit fesat ve zulüm tabii olarak revaç bulacaktır. Şirkin gerçekleşmesiyle insan için en kötü ve zararlı olan yer; yani cehennem de şekillenir.

İblis Allah'a şirk koştuktan sonra, şirkinde ısrar ediyor ve dolayısıyla af edilmiyor. İblis de Allah’tan kendisine kendi iradesini fiiliyata geçirmek için izin istiyor: “Şeytan dedi ki: "bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver” (Al-i İmran 14). Allah adaleti gereğince İblis'e izin veriyor. Zira eğer Allah İblis'e izin vermemiş olsaydı İblis'in mümkün olduğu gibi değil, kendi isteği doğrultusunda vücudunu şekillendirmiş olacaktı. Bu ise İlahi adalete terstir. Çünkü İlahi adalet gereğince Allah her varlığa mümkün olduğu şekilde ona vücud vermesi ve mümkün olduğu şekilde vücudunu devam etmesine müsaade etmesidir. Eğer adaletin çiğnenmesi caiz olmuş olsaydı ilk baştan İblis'i, mümkün olduğu halde yaratmazdı, ya yaratıktan sonra ona muhalefet edebildiği halde muhalefet etmesine izin vermezdi. Bu durumda zulüm gerçekleşmiş olurdu. Zira mümkün olan bazı varlıklara kendisine muhalefet ettiği için vücud vermez olurdu. Allah tarafından haşa zulüm gerçekleşirse başkasından adil olun isteğinde bulunması abes olacaktı. Bu işlev İlahi adalete ters olduğu için her varlığa mümkün olduğu gibi vücud veriyor ve mümkün olduğu şekilde varlığına devam etmesine müsaade ediyor. Bu nedenle insanlardan da insanların iradelerini yok edecek güçle İlahi teşrii bilgiye teslim olmalarını istemiyor. Bu nitelikte teslim olmalarını istemiş olsaydı yeryüzünde hiçbir kâfir ve müşrik kalmazdı; “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü'min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın” (Yunus 99). Allah insanlardan bu nitelikte (iradelerini bastıracak şekilde) teslim olmalarını istemiyor. Belki insan olmak üzere özgür iradeye sahip olan tüm varlıklardan teşrii iradesiyle “İlahi teşrii bilgiye” teslim olmalarını istiyor ve onları yapacakları işlerinin akibetinden haberdar ederek onlara hüccet tamamlıyor. Allah, insanların bencil olduğu gibi bencil değildir. İnsanlar kendilerine muhalif olanlara yaşama hakkını tanımıyor ve elinden gelirse muhaliflerini yok eder. Allah kendisine muhalefet ederek kendilerine zarar vermelerini istemediği için onlara,İlahi teşrii bilgilere teslim olmalarını istiyor. Allah'a gerçekten tabi olanlar da aynı sıfatı taşımaları gerekiyor, bu niteliği taşımayıp Allah'a kendilerini nispetlendirenlerin hiçbirisi doğru yolda değildir. Bugün İslam dünyasında binlerce insanın kanını dökerek, fitne ve fesada kaynaklık yapan İslam devletini kuracağız iddiasında bulunan tüm cemaat ve örgütleri bu perspektiften değerlendirmeyi değerli okuyuculara bırakıyoruz.  

Hüccet Tamamlama Mahiyetinde Zer Âlemindeki Taahhüt

Her halükarda Allah, teşrii bilgileriyle donattığı halife veya halifelerinin başarılı olabilmeleri için, varlık âleminde muhalefet ederek bozgunculuk yapabilme yeteneğine sahip olan bütün varlıklardan, özgür iradelerini kendilerinden almaksızın, Allah’ın teşrii iradesini taşıyan halife veya halifelere tabi olmalarını istediği bir diğer varlıkta halife olarak yeryüzüne yerleştirilecek Âdem’den (a.s.) meydana gelecek insan neslidir.

Bir taraftan insanın yapısı gereğince insanın kedisi bu bilgiye muhalefet yapma potansiyele sahip diğer taraftan İblis'de insanda bu potansiyeli gördüğü için insana zarar vermek için söz konusu bilginin Allah’ın istediği şekilde yürürlüğe girmemesi için bütün gücüyle insan üzerinde çalışacağına dair yemin etmiştir. Allah u Teâla da adaleti gereğince insanlardan özgür iradelerini almaksızın onlara hüccet tamamlamak istiyor. Bu nedenle yeryüzüne halife olarak yerleştirileceği ilk insanın sulbundan meydana gelecek tüm insanlardan kendi heva hevesleri ve kişisel bilgileri doğrultusunda değil, halifelik görevini yerine getirmek için has insana veya insanlara (resullere/muhleslere) vereceği bilgiler doğrultusunda hareket etmeleri için kendilerinden taahhüt alıyor: “hani Rabbin (ezelde) Ademoğullarının sulblerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da, "Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)" demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir” (Araf 172).

Allah’ın sorduğu soruya dikkat edelim; “Ben sizin ilahınız değil miyim, demiyor. Ben sizin rabbiniz değil miyim? diyor. İlah’ın, ilahlığı Rabliğiyle; yani talimat ve teşrii bilgisiyle amel ederek gerçekleşiyor. Dolayısıyla Allah’ın Rabliği kabul edilmediği sürece ilahlığı tahakkuk bulmaz. Allah’ı Rab olarak kabul etmek, kendi kişisel algı ve beşeri bilgilerle değil, Allah’ın başta insan olmak üzere diğer varlıkların taşıdığı istidat ve potansiyellerini fiiliyata geçirmek için halifeye (has insanlara) vermiş olduğu teşrii bilgi ve talimatları doğrultusunda muamelatta bulunmak anlamındadır. Allah’ın talimat ve bilgilerine amel edildiği durumda Allah’ın teşrii iradesi ve şu fermanı “Hüküm ancak Allah'a aittir. O, kendisinden başka hiçbir kimsenin dediğini yapmayı emretmemiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler" (Yusuf 40) yürürlüğe girmiş olur. Dolayısıyla Allah rab olarak kabul edilmediği takdirde ilah olduğu kabul edilmiş sayılmaz. Zira ilah mabud anlamındadır, insan kendi algılarıyla da Allah’ı mabud ettiği iddiasında bulunabilir; İblis Allah’ı ilah edinmişti, ama kendi istediği gibi, Brahmanlar Allah’ı ilah edinmişler, ama kendi istedikleri gibi. Beşeri dinlerin şekillenmesine kaynaklık yapan vaka, işte bu anlayıştır. Beşeri dinlerde gerçekte Allah değil, insanın kendisi ilah edilmiştir. Çünkü burada kulluk yolunu belirleyen Allah değil, insanın kendisidir. Ama Allah Rab olarak kabul edildiği vakit beşerin dehaleti olmayacak, sadece Allah’ın bildirdikleri, dolayısıyla Allah’ın iradesi devrede ve dolayısıyla ihtilaf olmaz. İnsana düşen onu seçmek veya seçmemektir. Ya Allah’ın teşrii iradesi olarak tecelli bulmuş Allah’ın bilgisini ya bencillikten kaynaklanan kişisel bilgi ve algısını seçer. İnsanın hem dünyada ve hem ahirette gerçek kurtuluşunu sağlayacak tevhid, bu anlamdaki tevhittir.

Allah böyle bir tevhidin –insan olmak üzere tüm maddi varlıkların taşıdığı potansiyel ve istidatları fiiliyata geçirerek ve madde âlemini cennet âlemine döndürmek- gerçekleşmesi için yeryüzüne yerleştirecek halifeyi gereken bilgilerle donatıyor sulbundan meydana gelecek insanlardan, bu bilgiyle iradelerini fiiliyata geçireceğine dair, taahhüt alıyor. Bu amaç doğrultusunda onlardan ben sizin rabbiniz değil miyim? diye soruyor. İnsan denen varlığın sulbundan kıyamete kadar gelecek bütün insanlar, sahip oldukları zati ve tekvini bilgilere dayanarak evet sen bizim rabbimizsin diye taahhütte bulunuyorlar.

Dolayısıyla asıl olarak insanlara hüccet tamamlayan bilgiler insanın vücuduyla şekillenen tekvini bilgilerdir. Daha önce de değindiğimiz gibi bu bilgiler insanın vücudunun şekillenmesiyle şekilleniyor ve akıl denen yeti de bu bilgileri taşıyan yetidir. Bir rivayette akıl nedir diye sorulduğunda, cevaben: “el-aklu ma ubide bihi er-Rahman ve iktesebe bihi el-cinan; akıl kendisiyle rahmana ibadet edilen ve cennetler kazanılandır” denilmektedir. (el-Kâfi, s. 10). Bu nedenle insanın bilgisi fazlalaştığı oranda aklıda güçleniyor. Elbette eğer bu bilgiler beşeri ve heva ve hevesten kaynaklanan bilgilerle karıştırılırsa şeytanlaşır ve tekvini bilgilere ters hareket etmek ve çelişkiye meşruiyet vererek tüm İlahi bilgileri kirletir ve işlevsiz hale getirir. Bu durumda İlahi teşrii bilgilere kendisinin istediği şekilde amel edilmesini istiyor. İşte buradadır ki hak ile batıl karışımı gerçekleşiyor. Bu durumda hak ile batılı bir birinden ayırt etmek için kesinlikle tekvini bilgilere dönmek lazım. Zira asıl hücceti insana tamamlayan bu bilgilerdir. Bu bilgilerle İblis mahkûm edildiği gibi bu bilgiler doğrultusunda insandan taahhüt alınmıştır ve Allah u Teâlâ bu bilgileri dikkati nazarda tutarak insanları muhatap kılarak “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin (böylece) takvalı olmanız umulur” diyor. (Bakara 21). Zira her ne zaman tekvini bilgilerden, yaratanın bilgileri doğrultusunda mı, yaratılanın bilgileri doğrultusunda mı hareket edilmeli? Şeklindeki soru sorulursa kesinlikle cevabı yaratıcının bilgileri doğrultusunda olması gerekir şeklinde olacaktır. Elbette eğer inatlık ve art niyetlilik olmazsa.

Allah u Teâlâ tekvini bilgileri dikkati nazarda tutarak Mekke müşriklerinden, şirkleri hakkında burhan istiyor: “Yoksa, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile birlikte başka bir ilâh mı var? De ki, "Eğer doğru söyleyenler iseniz burhanınızı getirin” (Neml 64). Burhandan maksat çelişkiyi içermeyecek şekilde kendi yaptıklarını veya iddialarını ortaya koymaktır. Adeta Allah onları, sahip oldukları bu bilgilere irca ettiriyor. Eğer onlar bu bilgilere dayanarak cevap verseler kesinlikle doğruya giderler. Ama Mekke müşrikleri İlahi olan bu bilgiye değil ecdatlarının algılarına gidiyorlar; “Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun!" denildiğinde, "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!" derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar” (Bakara 170) Dolayısıyla tevhide ulaşamıyorlar.  Ehl-i Kitap da bu bilgidense âlimlerinin algılarını kaynak haline getiriyorlar; “Allah'ı bırakıp, hahamlarını ve rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rab edindiler. Oysa bunlar da ancak, bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır. (Tevbe 31). Dolayısıyla hakikati bulamıyorlar. Bilgide rabler fazlalaşınca bilgide tevhidin şekillenmesi imkânsız olur. Bilgide tevhid şekillenmediği müddetçe pratiğe tevhidin hâkim kılınması imkânsız olur. Bu nedenle Ehl-i Kitap'tan müteaddit rablerden vaz geçilmesi isteği, Kur'an'ın bir ayeti haline getirilerek kanunlaştırılmıştır. “De ki: "Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinmesin." Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahit olun, biz Müslümanlarız” (Al-i İmran 64). Yani biz Allah’ın bilgisine ve dolayısıyla Allah’ın iradesine teslim olanlarız. Dolayısıyla eğer Müslümanlar'dan her hangi bir grup veya meşrep olursa olsun tekvini bilgilerine zıt olan selefini ve ecdadını miyar ve bilgi kaynağı haline getirirse kesinlikle Kur'an-ı Kerim'de kınanmış kimselerin taifesine girmiştir. Çelişkiyi meşrulaştıran herkes bu duruma müptela olmuştur.    

Her halükarda Allah gereken bilgiyle donattığı varlığı (insanı) yeryüzüne mezkûr hedef doğrultusunda halife olarak yerleştiriyor. Söz konusu halifenin sulbundan meydana gelecek kendi heva ve heveslerine uyarak hareket etmektense, halifenin ihtiyarına verilmiş İlahi teşrii bilgiyle hareket etmeleri için onların temel bilgilerini; akıllarını muhatap alarak onlardan taahhüt aldığını bildiriyor Kur'an-ı Kerim. Dolayısıyla eğer İlahi bilgiye sahip olan halifeyi (resul) kenara atıp kendi heva ve heveslerini ilah edinerek madde âlemindeki potansiyellere yönelik zulüm eder cehenneme döndürürlerse yarın Allah’ın huzurunda hiçbir bahane getiremezler. Bu nedenle Allah bu taahhüdün felsefesini açıklar mahiyette şöyle buyuruyor: “Artık kıyamette biz bundan gafildik veya “Bizden önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlar, biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi batılcıların işlediği ameller yüzünden bizi helâk mı edeceksin?" dimiyesiniz. (Araf 172- 173). Yanılmayın! Allah batıl olanların işlediği amellerden dolayı kimseyi cezalandırmıyor, Allah insana hüccet tamamlayacak tekvini bilgileri bırakıp ecdatlarını, seleflerinin yaptığının aynısını yaptığı için cezalandırılıyor. Allah'a iftara atmaya alışmışlar. Daha önce demiştik; zan ve bencillikleri doğrultusunda içtihatla amel edenler yaptıklarını meşrulaştırmak için iftira da atıyor. Allah tekvini bilgileri fiiliyata geçirerek taahhüt alarak hüccet tamamladığı gibi İblis'i de düşman olarak tanıtarak da hüccet tamamlıyor: “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm'a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır” (Bakara 208). “O şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mü'min iseniz, benden korkun” (Al-i İmran 175).

Not: İlahi teşrii bilgiden yoksun, İlahi tekvini bilgiye ters olanlarla (örneğin şeytanla) istişare ederek ve onlardan yardım alarak ben Allah’ın dinini hâkim kılacağım diyen insanların durumunu siz okuyucular değerlendiriniz.

Murat Aydoğdu

welayetnews

1556 بازدید
در حال ارسال اطلاعات...