Şrift ölçüsü:
A+
A
A-
22 Eylül 2015

Suud Musibeti (3)

Allah’ın adıyla

Açık bir şekilde diyeceğimiz o ki, Müslümanlar için Siyonist İsrail ne ise Suud rejimi de odur. İkisi de birbirlerinin mübadilidir. İslâm’a ve tüm mukaddesatımıza aynı ölçüde düşmandırlar. Aslında ikisi de insanlık düşmanıdır. Yeryüzünü fitne ve fesada vermektedirler, ekini ve nesli helâk etmektedir. İkisi de insan kanı içmektedir, necis ve habistirler. Sayın Abbas Karaağaçlı’nın ifadesiyle ikisi de şeytan yuvasıdır. İkisi de bölge insanlığı için birer musibettir. Nihayetinde ikisi de gayr-i meşrudur.

Siyonist İsrail’i ve Suud rejimini İngiltere o bölgeye yerleştirdi. Başta Mısır, Suriye ve Lübnan olmak üzere bir şekilde işgalci İsrail’le savaştılar. Ancak Suud yönetimi tarih boyu Siyonistlerle asla bir çatışmaya girmedi. İşgalci İsrail’in yaptığı katliamlara Suud sürekli seyirci kaldı. Hadim’ül Harameyn olmak zulme uğramış Müslümanlara sahip çıkmayı zorunlu kılar. Hadim’ül Harameyn 57 parçaya bölünmüş ümmeti birleştirmek için çaba harcar. Bu çabayı sarf edenlere de düşman olmaz. Ancak Suud bunun tam tersini yapıyor. Statükoyu korumak için çaba sarf ediyor, katliam yapıyor.

Bölgede statükoyu korumak adına Yemen halkını katliamdan geçiriyor. 33 yıl boyunca Yemen halkına zulmeden diktatör Ali Abdullah Salih’i tekrar iktidara getirebilmek için kadın, çocuk, yaşlı, sivil demeden Yemen’in mazlum halkını bombalamaya devam ediyor. Siyonist İsrail nasıl hiçbir ayırım yapmadan insanların ev-barklarını başlarına yıkıyorsa; okul, cami, hastane ayırımı yapmadan bombalıyorsa, Suud rejimi de Yemen’de aynısını yapıyor. Birleşmiş Milletler ve dünya bu katliamları seyrediyor. Artık kanıksanmış adeta, enkazlardan çıkan insan cesetleri, özellikle parçalanmış çocuk bedenleri hiç mi insanların yüreğini sızlatmıyor. Köyler bombalanmış, kerpiç evler yer ile yeksan olmuş. Enkaz yığınlarının altından yaralı ve sağ kurtulanların ahı feryadı arşa yükseliyor, ama kimsenin gıkı çıkmıyor. Bu katliamlara “dur” denmemesi Suud’u daha da cesaretlendiriyor, daha da pervasız ve acımasız kılıyor. Bu katliamların hiçbir meşru gerekçesi olamaz. Suud’un işlemiş olduğu bu insanlık dışı cinayetler canavarlıktan başka bir şey değildir.

Suud aslında kuruluşundan beri şiddete teşne bir rejim. Tarihî verilere göre kuruluş aşamasında Osmanlı askerlerine ve memurlarına karşı son derece acımasız davranmışlar. Bölgede Osmanlı İngilizler’e karşı savaşırken, onlar İngilizler’le birlik olup Osmanlı’yı arkadan hançerlemişler. Lawrence’den aldıkları taktikle adeta bölgede jenosid uygulamışlar. İngilizler kadim tarihten beri kolonyalist olmaları hasebiyle bu konuda tecrübelidirler. İngilizler Avustralya’dan tutun, Güney Amerika’ya kadar, Afrika’dan tutun Asya’ya kadar hemen hemen dünyanın her tarafında emperyal amaçlar uğruna katliamlar yapmış bir millettir. Suud rejimi de İngiltere’ye öykünerek Yemen halkını katliama tabi tutmaktadır. Açıkçası Suud rejimi Yemen’de yaptığı katliamlarla Siyonist İsrail’i, İngiltere’yi Fransa ve Amerika’yı taklit etmektedir. Şu anda bile ordusunda kiralık asker bulundurmaktadır. Öldürülen Suud askerleri arasında MOSSAD ajanları çıkmıştır.

Suud’un kiralık asker konusunda öteden beri Fransa ile iş tuttuğu bilinmektedir. 20 Kasım 1979 yılındaki Kâbe baskınında Fransız askerlerininin postallarıyla ve kendilerinin necis varlıklarıyla Allah’ın evini, o mukaddes beldeyi kirletip katliam yapmışlardır. Günlerce süren bu baskında Pakistan askerlerinden sonra Fransız antiterör komandoları da muvaffak olamayınca Kâbe’nin altındaki dehlizlere tonlarca metreküp su basmışlardı. Harem-i Şerif tamamen su ile dolunca, suya elektrik vererek isyancıların bir kısmını ölü ele geçiriyorlar. İsyancıların lideri Kraliyet Ailesi Muhafız Alay Komutanı Cuheyman ibn Muhammed ibn Seyf el Oteybî ve birkaç arkadaşı sağ olarak ele geçirilmişti. Bunlar, günlerce süren korkunç işkence ve sorgulamalardan sonra önce kolları, sonra ayakları ve en nihayet kafaları kesilerek infaz edildiler. Yapılan vahşetten başka nedir ki? Suud’un böylesi insanlık dışı yöntemlerle isyancıları infaz etmesi halkı sindirmek içindi. (Bir zamanlar, atası olan Yezid de benzeri yöntem ve aynı amaçla Allah Resûlü’nün (s.a.a) torununu ve 72 yarenini lime lime doğramıştı Kerbelâ çöllerinde.)

Kâbe’yi ele geçiren bu yiğit insanlar, böyle bir kalkışmada bulunmalarının nedenini Suudi yönetiminin “Allah’ın yasalarını tatbik etmediklerini ve Amerika’ya uşaklık yaptıklarını” gerekçe olarak öne sürmüşlerdi. Kâbe baskını hususunda birçok kitap yazıldı. Bu kitaplarda Suud rejiminin gayr-i meşru varlığı masaya yatırılmaktadır. Suud rejimi öteden beri tanıyan Müslümanlar, bu kırk haramilerin gayr-i meşru varlığını zaten biliyor. Miladî 1987 senesinde İranlı hacılara yönelik menfur katliamda da bunların acımasızlığı, bunların barbarlığı ve gayr-i meşru varlığı ortaya çıkmıştı. Haccın asli rükünlerinden olan “müşriklerden teberri yürüyüşü” çok kanlı bir şekilde bastırılarak 500 dolayında İranlı hacı hunharca katledilmişti. Başta büyük şeytan Amerika olmak üzere emperyalist ülkeler aleyhine slogan atmak, Müslümanların müşriklerden beri olduğunu ilân etmek ABD uşağı Suud rejimi nezdinde büyük bir cürüm olarak görülmektedir. Oysa o mübarek beldede bir böceği öldüremezsiniz, yeşil bir yaprak koparamazsınız.

Bugüne dönecek olursak, bu kan içici Suud rejimi Amerika ve Siyonist İsrail adına durumdan vazife çıkararak mazlum Yemen halkını katliama tabi tutmaktadır. Suud resmen vekâlet savaşı yapmaktadır. Ensarullah müntesipleri bunu çok iyi bildiği için sloganlarında en çok kullandıkları sözler, “el mevtu İsrail, el mevtu Amerika” olmaktadır. Yani “İsrail’e ölüm, Amerika’ya ölüm” sloganlarını atmaktadırlar. Bu nedenle Yemen halkı bu sloganlarla anti-emperyalist bir tutum içerisinde grup, hizip ve meşrep farklılıklarına rağmen Ensarullah hareketinin etrafında birliktelik oluşturmayı başarmış bulunmaktadır. Genç lider Abdulmelik Husî önderliğinde, mevcut totaliter rejime karşı sivil itaatsizlik hakkını kullanarak, kansız bir şekilde 33 yıllık Ali Abdullah Salih diktatörlüğüne son vermişti. Ensarullah hareketi bu süreç içerisinde yine anti-emperyalist bir ülke olan İran’la da iyi ilişkiler geliştirmeye başladı. İşte Suud rejimi ve efendileri buna tahammül edemedi. “İran da kim oluyor?” “İran bölgeyi domine etmek mi istiyor?” kabilinden sözlerle ortalığı ayağa kaldırmak istediler. Bu sözler sadece diğer Arap ülkelerinde değil Türkiye’de de yankı bulmuştu. Hatta aynı ifadeler Cumhurbaşkanı’nın ağzından da dökülmüştü.

Anti-emperyalist bir ülke ile iş tutmak ve aynı kulvarda olmak izzetli ve erdemli olmanın göstergesidir. Velev ki bu ülke, Venezuela gibi gayr-i müslim bir ülke olsa bile. Bildiğiniz gibi bu ülke mazlum Filistin halkına arka çıkıp Siyonist İsrail konsolosluğunu kapatmıştı. Sadece Hugo Cavez değil, bugünkü Devlet Başkanı Nicolas Maduro da aynı erdemli tavrı sergileyip işgalci İsrail ile diplomatik ilişkileri tamamen kesmiş oldu. Hatta sosyal medyada rastladığımız üzere Maduro’nun bu konuda son derece çarpıcı ve etkileyici beyanatları var. Hiddetli bir şekilde sürdürdüğü konuşmasının sonunda dinleyicilerden özür dileyip, “Filistin’in mazlum halkına yapılan zulümlerden dolayı içim yanıyor, ses tonumu yükselttiğim için lütfen beni mazur görün” diyor. Böylesine erdemli bir tavır ancak saygıyla selâmlanır.

Aynı şekilde Siyonist İsrail’i asla tanımayan ve onu bölgeden sökülüp atılması gereken bir kanser uru olarak gören İran’ı da aynı saygıyla selâmlıyoruz. Müslümanlar olarak bizim bir başka beklentimiz ise başta İran olmak üzere bütün Müslüman ülkelerin derhâl aşağılık Suudi rejimi ile her türlü diplomatik ilişkileri kesip Yemen’e yönelik yapmış olduğu ve adını “Kararlılık Fırtınası” koyduğu hava operasyonlarını durdurmasıdır. Bu saldırılar, bu bombardumanlar derhâl durdurulmalıdır.

Müslüman ülkelerin kendi Birleşmiş Milletleri’ini ve kendi askerî paktını, kendi NATO’sunu kurmanın zamanı gelmedi mi?

Ali Erdem

1123 بازدید
در حال ارسال اطلاعات...