
Üstat Muhsin Kıraati
Marufu emretme olayı, Mekke'de bi'setin ilk günlerinden itibaren İslâm'ın en önem verdiği konuların başında gelmiştir.
Meselâ bi'setin ilk yıllarında Mekke'de
nâzil olan ve o günlerde Müslümanlar arasında bir tür vedalaşma ve
birbirinden ayrılırken selamlaşma parolasına dönüşen Asr Suresi'ndeki
"birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler" tabiri aslında marufu
emretmedir.
Peygamberlerin İlk Vazifesi
Kur'ân-ı Kerim peygamberlerin ilk görevinin marufa çağrı ve kötülükten sakındırma olduğunu belirterek şöyle buyurur:
"Andolsun biz her ümmete, 'Allah'a kulluk edin ve tâğuttan kaçının' diye tebliğ etmesi için bir elçi gönderdik..."
Yani peygamberlerin en önemli görevi iki şeydir:
Birincisi, en büyük maruf ve en büyük iyi olan "eşi ve ortağı olmayan bir tek Allah'a kulluk esasına insanları çağırma"dır.
İkincisi, kötülüklerin en büyüğü olan "tağuta itaat" zilletinden insanları sakındırmaktan ibarettir.
A'râf Suresi'nin 157. ayetinde, adı ve
nişaneleri Tevrat'la İncil'de belirtilmiş olan İslâm Peygamberi'nin
birinci vazifesinin marufu emretmek ve kötülükten sakındırmak olduğu
açıklanmıştır.
En iyi Ümmetin Belirtisi
Kur'ân-ı Kerim, Müslümanlara hitaben
şöyle buyurur: İyiliğe davet edip kötülükten sakındırmanız kaydıyla siz,
insanların gördüğü en iyi ümmetsiniz.(1)
Kur'ân-ı Kerim birçok ayette yersiz
tutuculuklarından, gerçekleri tahrif etmelerinden ve yersiz
beklentilerinden dolayı kitap ehlini eleştirirken; kitap ehlinden bir
grubu ise inandıkları, ilâhî ayetleri okudukları ve marufu emredip
münkerden sakındırdıkları için övmektedir:
"Onların, hepsi bir değildir, Kitap
Ehli'nden bir topluluk vardır ki gece vaktinde ayakta durup Allah'ın
ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe
iman eder, maruf olanı emreder, kötü olandan sakındırır ve hayırlarda
yarışırlar, işte bunlar sâlih olanlardandır."(2)
Marufu emretmek, yüce Allah'ın yaptığı güzel işlerdendir:
"Şüphesiz Allah adaleti, ihsanı,
yakınlara vermeyi emreder, çirkin utanmazlıklardan, kötülüklerden ve
zorbalıklardan sakındırır..."(3)
Kötülüğe davet etmekse, şeytanın işlerindendir:
"...Şeytan ise, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayâsızlığı emrediyor..."(4)
Marufu emretme, Kur'ân-ı Kerim'in bütün mümin insanlara yaptığı bir çağrıdır, Tevbe Suresi'nin
71. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
"Mümin erkekler ve mümin kadınlar
birbirlerinin velileridirler; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar,
namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Resulü'ne itaat
ederler..."
Bu ayette son derece dikkat çekici noktalar vardır:
1- Hangi yaş, meslek,
ırk ve cinsiyetten olursa olsun rüştlerini ispatlayan bütün müminler
birbirlerinin velileridirler; yani onların tavsiye ve sakındırmaları
Allah Teâlâ’nın verdiği velayet hakkından doğan bir tavırdır ve bu
nedenle de kesinlikle yersiz müdahale ve üzerine vazife olmayan bir şeye
karışma gibi tavırlarla nitelendirilemeyecek kadar yüce ve olumlu bir
davranıştır.
2- Müslümanlar bu hakkı, "Allah'a iman" esasından almaktadırlar, bu esası haiz olmayanların böyle bir hakkı yoktur.
3- Marufu emretmek, daima münkerden
sakındırmaktan önde gelmiştir; bu ise toplumda meselelere öncelikle
olumlu boyutlarından yaklaşılması ve sadece eleştirici bir tavır
takınılmaması gerektiğini göstermektedir.
4- Bu ayette marufu emretme ve kötülükten
sakındırma işi, namaz ve zekâttan daha önce belirtilmiştir, zira namaz
kılma ve zekât verme işleri için öncelikle bir dizi tebligat çalışmasına
ihtiyaç vardır ki, bu da marufu ve iyiliği emretmekten başka şey
değildir. Meselâ, namaz vakti geldiğinde en güzel ve en iyi duyulur bir
sesle okunan ezanda, "hayye ala's-salât: namaza koşun!" demekteyiz.
Bu çağrı bilfiil iyiliği emretmek olup
namazdan önce eda edilmektedir. Kur'ân-ı Kerim namazı "kötülükten
sakındırma, kötülüklerden alıkoyma eylemi" olarak tanımlamakta ve "Namaz
çirkin utanmazlıklardan (kötülüklerden) alıkoyar."5 buyurmaktadır.
5- Önceliklerin dikkate
alınması gerektiği apaçık ortadadır. İslâm dini bütün iyilik ve
olumluluklara daveti ve bütün kötülük ve çirkinliklerden sakındırmayı
esas alan bir dindir.
Başka bir deyişle, ideal bir topluma ulaşabilmek için:
1- Hem kadınlar, hem erkekler kıyam etmeli, kolları sıvamalıdırlar.
2- Velayet ve sevgiye dayalı tavsiyelerde ve engellemelerde bulunmalıdırlar.
3- İşe iyi yönlerden başlamalıdırlar.
4- Bütün olumlu ve olumsuz noktaları dikkate almalıdırlar.
İşin buraya kadarı genel olup bütün
Müslümanların vazifesidir; ancak bazı ayetlerde bu iki önemli farizanın
gereğince yerine getirilmesi için özel bir grup oluşturulması gerektiği
buyrulmaktadır.
Özel Gurup
Kur'ân-ı Kerim, "Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten, sakındıran bir topluluk bulunsun..."(6) buyurmaktadır.
Bu özel grubun sorumluluğu, avamdan
farklıdır, bu grup gerekli imkân ve güçlerle donanarak harekete geçmeli
ve kötülükleri engellemelidir. Basit bir örneklemeyle anlatalım: Tek
yönlü bir caddeye tersinden giren bir araç karşısında diğer şoförlere
düşen görev, far ve klaksonla onu uyarmaktır. Bu, avamın ve toplumun
görevidir. Trafik polisine düşen görevse onu hemen engellemek ve
cezalandırmaktır. Bu da özel grubun görevidir.
İyiliği emredip kötülükten
sakındıranların, Kur'ân-ı Kerim'de peygamberlerle birlikte anılması ve
onların katillerine verilecek cezanın peygamberlerin katillerine
verilmesi gereken cezayla aynı olduğunun belirtilmesi, bu farizanın
önemini anlatmaya yeter sanırız.
"...Peygamberleri haksız yere öldürenler
ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler, işte onlara acıklı bir
azabı müjdele."(7)
Kurtuluşun inzivaya ve bir köşeye
çekilmekte olduğunu zannedenlerin tam tersine, Kur'ân, yegâne
kurtulanların "kendilerini ve diğer insanları iyiliğe ve hayra davet
edenler" olduğunu bildirmektedir:
"Sizden; hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun, kurtuluşa erenler işte bunlardır."(8)
İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma
eylemi, ancak Allah'a imanla ve O'nun rızası için yapıldığında bir erdem
ve üstünlük sayılır:
"Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, marufu emreder, münkerden sakındırır ve Allah'a iman edersiniz..."(9)
Her ne kadar din âlimlerinin ve takvalı
dindar insanların sorumluluğu daha fazlaysa da iyiliği emretme ve
kötülükten sakındırma olayı karşılıklı bir eylemdir. Herkesin bir
diğerini bu farizaya davet etmesi ve Asr Suresi'nde de buyrulduğu gibi,
"hakkı ve sabrı tavsiye edenler"den olması, başkalarının hatalı ve kötü
davranışlara düşmesini engellemesi ve bu yolda çeşitli zorluklara göğüs
germeye hazırlıklı olması gerekir.
"Yapmakta oldukları çirkin işlerden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi!"(10)
Yüce Allah, insanoğlunun varlığına kendi
ruhunu üflemiş ve onu yeryüzünde halifesi kılmıştır, nitekim bundan
dolayı insanoğlu daima özel erdemlere ve ilâhî cömertliklere muhatap
olmaktadır; ancak sahip olduğu hayvani içgüdülerle şeytanın vesveseleri
ve tağutların kibirlenmesi gibi faktörler nedeniyle sürekli bir kontrole
ve denetime de şiddetle muhtaçtır. Bu nedenle de Yüce Yaratıcı, insanı
çeşitli uyarma, dizginleme ve kontrol etme yetenekleriyle de donatmış
durumdadır:
1- Akıl kelimesi, Arapça
"ıkâl" kökünden gelir ve "insanın kontrol ve denetimini sağlayan
vesile" anlamını taşır.(11) Akıl gibi dizginleyici bir unsur olmasaydı,
insanoğlu çok kısa bir sürede kendisini mahvederdi.
2- Fıtratı ve doğası da, insana iyiye yönelmeyi ve kötülüklerden uzak durmayı telkin eder.
3- Allah Teâlâ’nın gönderdiği bütün peygamberler bu amaçla görevlendirilmişlerdir.
4- İyiliği emretme ve kötülüklerden sakındırma eylemi de, insanların irşadı ve aydınlanması için en iyi araçtır.
İnsanoğlu bu dizginleyici ve dengeleyici
unsurlara sahip olmasaydı; insan, sırf istek ve arzularının akışına
bırakılacak olsaydı elbette ki taş üstünde taş kalmayacak, fitne ve
sapmaların boyutu arşa çıkacaktı:
"Eğer hak, onların arzularına ve
tutkularına uyacak olsaydı, hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların
içindeki herkes ve her şey bozulmaya uğrardı..."(12)
Cahiliye Döneminde Kötülükten Sakındırma
Cahiliye döneminde de Mekkeli gençlerden
bir grup, Mekke'ye gelen gariplerin zulüm ve haksızlığa uğramasını
engellemek ve başı darda kalan her mazluma yardımcı olmak amacıyla bir
örgüt kurdu. O dönemlerde Hz. Muhammed (s.a.a) gençti ve henüz
peygamberlikle görevlendirilmemişti; ama "hak ve haklıdan yana" olan bu
güzel girişimi destekleyerek örgüte üye oldu ve peygamber olduğu zaman
bu olay kendisine hatırlatıldığında şevkle, "Eğer şimdi de bir mazlumu
desteklemek için beni çağırsalar hemen koşar, böyle bir harekete hemen
katılırım" buyurdu.(13)
______
1- "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten sakındırır…" (Âl-i İmrân,
110)
2- Âl-i İmrân, 113-114
3- Nahl, 90
4- Bakara, 268
5- Ankebût, 45
6- Âl-i İmrân, 104
7- Âl-i İmrân, 21
8- Âl-i İmrân, 104
9- Âl-i İmrân, 110
10- Mâide, 79
11- "Ikaal" kelimesi, deveyi çökertmek ve kaçmamasını sağlamak için ayağına bağlanan ip ve köstek anlamına gelir.
12- Mü'minûn, 71
13- Goftar-i Mah (Ayın Konuşması), c.1, s.64, Merhum Dr. Âyetî.