
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir önceki Amerika Başkanı Obama'nın ikinci defa
başkan seçildiğinde kullandığı ifadeyi hatırlamak, bir sonraki başkanın
seçimine kadar aradan geçen kabaca beş yıllık bir süre hesap edildiğinde
bu gün bulunulan noktanın gerçekliğini ölçebilmek açısından yardımcı
olacaktır: "Amerika ile stratejik ortaklıkta final dönemindeyiz."
Erdoğan
iktidarı ile Obama yönetimindeki Amerika arasındaki stratejik
ortaklığın en karakteristik unsuru Suriye üzerinden bölgede
oluşturulmaya çalışılan yeni yapıydı. Bu oluşturulmaya çalışılan yeni
yapı bölgedeki Amerika ve İsrail için tehdit teşkil eden Direniş
unsurları etkisizleştirecek bir zemin oluşturmayı hedefliyordu. Bu
Direniş unsurlarını ayakta tutan İran-Suriye denklemi bozulacak, böylece
İslami İran'ın da bölgedeki etkisi ortadan kaldırılacaktı.
Bütün
bu planları Direniş Ekseni'nin ortaya koyduğu direnç boşa çıkardı.
Erdoğan iktidarı ile Obama yönetimi arasındaki ortaklığın biricik unsuru
olan Suriye üzerinden yapılan planın boşa çıkmasının tabii sonucu
olarak stratejik ortaklık da boşa çıktı ve Türkiye ile Amerika
arasındaki ilişkiler daha Obama döneminde bozulmaya başladı. Hatta tipik
bir saha temizliği anlamına gelebilecek şekilde Türkiye'de mecut
Erdoğan iktidarının bir darbe ile değiştirilmesi yoluna bile tevessül
edilebildi.
Erdoğan iktidarının istikametini bütün bu
olanlardan sonra mecburi yön olarak Batı'dan Doğuya doğru çevirmesi
ayakta kalabilmenin zaruri bir sonucuydu. Fakat bu durumun
sürdürülebilirliği çok sağlam bir zemini gerektiriyordu. Bu sebeple
Erdoğan iktidarının ara ara Batı ile, özellikle de Siyonist lobilerle,
Amerika ile kontak arayışları hep oldu.
Belki Amerika Doğu
karşısında eskiden olduğu kadar güçlü olsaydı, bütün bu ortaya çıkan
toblodan bahsetmemiz mümkün olmayabilirdi. Ama artık eskisi gibi bütün
bir Batı'dan bahsedilmesinin mümkün olmadığı, Amerika'nın ise hızlı bir
şekilde güç kaybının devam ettiği, buna karşın Doğu'nun ise özellikle
Çin ve Rusya gibi öncüller üzerinden güçlendiği bir yeni dünya güç
dengelerinin şekillendiği süreçteyiz. Bu ise 'mecburi istikamet' olarak
isimlendirilebilecek tercihleri Türkiye'nin siyasi gündemine taşıyor.
Bütün
bu istikameti ve mahiyeti değişen denklemler yumağı karşısında Suriye
meselesinin bu gün gelip dayandığı noktada Türkiye'deki mevcut iktidarın
stratejik aklı da ne yapacağını net bir şekilde ortaya koymakta
zorlanıyor. İstenilen ile 'mecburi istikamet' arasında bir sıkışmışlık
söz konusu.
Hamide Yiğit'in sendika.org'da yayınlanan
alıntıladığımız yazısı, Suriye meselesinin gelip dayandığı, adeta final
noktası olan İdlip'de yaşananlarla ilgili yukarıdaki çerçeve ile
birlikte okunduğunda kayda değer tespitler içeriyor...
Yaklaşan İdlip savaşı ve AKP'nin telaşı
Suriye'deki vekalet savaşında İdlip'in son muharebe alanı olacağı
Deyrizor'dan sonra Ebu Kemal'in de IŞİD'den kurtarılmasının ardından
operasyonun başlayacağı geçtiğimiz Kasım ayından belliydi. Suriye ve
müttefikleri açısından İdlip savaşının birinci derece muhatabı
Türkiye'dir. Bunun için AKP'nin kendi eliyle yarattığı ve Suriye'deki
diğer bölgelerden yapılan tahliyelerle devasa boyutlara varan İdlip'teki
“kontrolsüz” cihatçı yığınak için Astana'da Türkiye'ye görev verildi.
Daha önceki Astana mutabakatınca çatışmasızlık bölgelerinden biriydi
İdlip. Bu kez Türkiye'ye kent merkezinde “gerilimi azaltma” görevi
verildi. Suriye, İran ve Rusya'nın 12'şer gözlem noktası kuracakları
alan İdlip kırsallarıydı. Türkiye ise İdlip'e “askeri intikal”
gerçekleştirdiği Ekim 2017'den bu yana dört gözlem noktası oluşturduğunu
duyurdu. Ancak bu intikalle birlikte esasında İdlip'te oldukça
tehlikeli bir görev üstlenilmişken iç kamuoyuna “Kürt koridorunu
engellemek” için Suriye'ye girildiği propagandası yapıldı. Oysa başından
itibaren AKP'nin Afrin'i hedef göstermesinin sadece bir retorikten
ibaret olduğunun, esasında İdlip'te üstlendiği görevin son derece riskli
ve tamamen “bataklık içine dalmak” anlamına geldiğinin altı çizildi.
Çünkü bu görev, “İdlip'teki cihatçı potansiyelden AKP'nin sorumlu olduğu
ve operasyondan önce fazla ölüm olmasını istemiyorsa bunu bizzat
kendisinin halletmesi gerektiği” mutabakatının ürünüdür.
Böylesine tehlikeli bir görev için İdlip'e girilirken, AKP'nin kendini,
Suriye'de hala bir “oyun kurucu” rolündeymiş gibi göstermeye ve bu
doğrultuda stratejiler geliştirmeye devam edeceği de göz ardı edilmedi.
Nitekim bu süreç içerisinde “kendi başına oyun kurucu olma” stratejileri
geliştirdiği görüldü. Bunlardan birincisi, intikalin gerçekleşmesinden
önce başlayan Nusra Cephesi'yle ittifak ve ortak stratejiler geliştirme
hamlesi idi. İkincisi, İdlip operasyonunun yaklaştığı günlerde “Suriyeli
Aşiret ve Kabileler Yüksek Kurulu” toplantıları düzenlemesi, buradan da
yeni bir ordu (Ulusal Ordu) ve yeni savaş stratejilerinin ilan
edilmesiydi.
Nusra Cephesi'yle ekilen ittifak meyve verir mi?
Astana'da üstlendiği görev gereğince Nusra'nın ana gövdesini
oluşturduğu cihatçı çatı örgütü Heyet-i Tahrir'uş Şam'ı (HTŞ) dağıtması
beklenen AKP hükümeti, İdlip intikalini “çatıyı çözerek ılımlıları
ayırma ve Nusra'yı yalnızlaştırma” argümanlarıyla süsledi. Oysa
biliniyordu ki AKP Nusra'yı yalnızlaştırmayacak, çatıyı da
dağıtmayacaktı. O zamanlar Arap siyasi analistlerden Akil Said Mahfud,
Türkiye'nin İdlip okumalarını şöyle yorumlamıştı: “Türkiye'nin amacı,
Nusra emirliğini tamamen ortadan kaldırmak değil, Nusra Cephesi ve
müttefiklerine karşı herhangi bir ortak askeri müdahaleyi önlemektir. Bu
asıl hedef için de, iç içe geçmiş son derece tehlikeli taktik ve
stratejiler üzerinde çalışıyor.”[1]
Nitekim daha önce
Türkiye'nin Nusra Cephesi'yle anlaşma yaptığını ve etrafa sadece
“canilerden ılımlılar çıkarma efsaneleri yayıldığını” yazdık. Tahminen
şöyle bir anlaşma olduğuna dikkat çekmiştik:[2]
“Türkiye
ilk olarak, HTŞ'nin yapısını dağıtacak. Nusra Cephesi'ne, ‘gerilimi
azaltmak' için bunun gerekli olduğunu kabul ettirecek. HTŞ'yi
dağıttıktan sonra ‘yeni isimle, yeni bir yapı' oluşturulacak ve bu
yapının Nusra Cephesi'nden farklı olduğunu ilan edecek. Bunun örgütün
çıkarına en uygun formül olduğunu söyleyerek Nusra'yı ikna edecek(…)
Ahrar'uş Şam da dahil olmak üzere AKP yanlısı silahlı gruplar, bölgesel
ve uluslararası uzlaşmayla yeniden örgütlenecekler. Bu yeni oluşumun
Nusra Cephesi ya da HTŞ damgası yememesi için öncelikle Nusra
militanları gözlerden uzak tutulacak…”
Bu anlaşmanın
herkes farkındaydı. Çünkü TSK öncülüğündeki İdlip intikali sorunsuz,
hatta Nusra Cephesi'nin karşılaması ve eskortuyla gerçekleşti. Arap
basınında AKP'nin “arkadan iş çevirdiği” yorumlarının sıkça yapıldığı bu
dönemde Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Faysal Mikdad, 20 Ekim
2017'de Türkiye'nin bu tutumunu “bariz bir saldırganlık” olarak
nitelendirdi ve “Türkiye'nin yapmış olduğu şey, Astana görüşmelerindeki
taahhütleriyle çelişiyor” dedi.[3]
Şimdi AKP ve Nusra
Cephesi arasındaki anlaşma kapsamındaki “HTŞ'yi dağıttıktan sonra ‘yeni
isimle yeni bir yapı' oluşturulacak” iddiasının bugünlerde
doğrulandığına, daha doğrusu bu mutabakat doğrultusunda adımlar atılmaya
başlandığına dair veriler var. 10 Ocak 2018 günü Yakın Doğu Haber'in de
haberleştirdiği[4] Şark-ul Avsat'ta, “El-Kaide'nin Suriye kolu Nusra
Cephesi'nden ayrıldı”[5] başlıklı bir haber yayımlandı. Gazetenin uzman
Hasan Ebu Heniye'ye dayandırdığı habere göre, “Suriye'deki El-Kaide
liderleri, Heyet-i Tahrir'uş Şam'dan ayrılma ve El-Kaide'nin Suriye
kolunu kurma kararı aldı… El-Kaide'nin lideri Eymen el-Zevahiri,
geçtiğimiz yılın kasım ayında açıkça Heyet-i Tahrir'uş Şam'ı hedef almış
ve bu örgütün El-Kaide ile ilişkisini kesmesinin kabul edilemeyeceğini
söylemişti. Bu açıklamadan sonra bazı El-Kaide liderlerine mesaj
gönderen Zevahiri, Culani'yi hileci ve hain olarak nitelemişti.”
Birincisi, Nusra Cephesi zaten 2011'de Irak'tan ‘Suriye cihadı'na dahil
olmuştu. El-Kaide'nin Suriye kolu olarak 2012'de kurulurken, 2013'te
IŞİD, Irak El-Kaidesi olan İslam Devleti ile Suriye El-Kaidesi olan
Nusra'nın birleşmesi sonucunda ilan edilmişti. Ancak o zamanlar El-Kaide
örgütünün taktiği şuydu; IŞİD'in El-Kaide ile ilişkisi olmadığını
duyurdu, Nusra da IŞİD'i tanımadığını ve El-Kaide'ye bağlılığını ilan
etti. Yani o zamanlar El-Kaide, “bizim IŞİD'le ilişkimiz yoktur” demeye
getirdi. Bu arada zaman içerisinde “öz” El-Kaideci Nusra da “taktiksel
isim değiştirme” sürecinden geçti. Bu sözde kendine yeni sayfa açma ama
özünde “kendini kamufle etme” taktikleri şu duraklardan geçti: 2015
yılında İdlip işgali için Nusra önderliğinde Fetih Ordusu koalisyonu
kuruldu. 2016'da Ebu Muhammed el-Culani, El-Kaide'den ayrılarak Nusra
Cehpesi'ni feshettiklerini, bunun yerine Şam'ın Fethi Cephesi adı
altında savaşacaklarını açıkladı. Yani Nusra Cephesi, ufak bir
değişiklikle Şam'ın Fethi Cephesi oluverdi. 2017'de de cihatçı gruplar
yine Şam'ın Fethi Cephesi önderliğinde Heyet-i Tahrir'uş Şam (Şam'ı
Özgürleştirme Heyeti) adı altında birleştiklerini açıkladılar. Her yıl
isim değiştiren Nusra Cephesi, 2018'in bu ilk ayında başka bir isimle ve
konjoktüre göre başka bir kamuflajla devam edecek demektir.
Şimdi bunu Şark-ul Avsat'taki “Suriye'de El-Kaide kolu kuruluyor”
haberiyle birlikte ele alırsak; HTŞ içindeki sözde ılımlıları
radikallerden ayırma, yani adı duyurulacak olan yeni ‘Suriye El-Kaidesi'
ile Nusra'nın bir ilişkisinin olmadığını ilan etme hamlesi olarak
değerlendirmek gerekir. Bu da, Nusra'yı “daha radikal” olan yeni
El-Kaide'ye göre ılımlı gösterme, yani aleni olarak “masumlaştırma”
taktiğidir.
AKP, aşiretler şapkasından yeni bir ordu çıkarıyor: Kime karşı?
İdlip operasyonunun yaklaştığı bu günlerde AKP'nin Suriyeli Arap-Türk
aşiret ve kabileleri üzerinden yeni bir “derin strateji” geliştirdiğini
görüyoruz. Bu da, 50 Arap ve 5 Türkmen aşiretten oluşan “Suriyeli Aşiret
ve Kabileler Yüksek Kurulu” hamlesidir. Esasında bu kurgu yeni bir şey
değildir. AKP'nin Rakka operasyonunun dışında bırakılma ihtimaline karşı
daha önce tesis etmeye çalıştığı ve ilk toplantısını Mart 2017'de
Urfa'da gerçekleştirdiği bir kurgudur. O zamanlar Rakka'da olası bir
Kürt egemenliğine karşı sahadaki Arap aşiretlerden oluşan bir ittifak
kuruldu. Rakka-Haseke arasında yayılmış olan 50 aşireti Urfa'da topladı
ve bu aşiretlerden bir askeri meclis oluşturma kararı aldı. Adına da ‘El
Cezire ve Fırat Aşiretleri Ordusu‘ denildi. Bu formül, IŞİD'den sonra
Rakka'nın devredileceği yerel meclislere müdahil olmak için bir
hazırlıktı. Ancak şimdi İdlip operasyonunun yaklaştığı bir dönemde AKP,
sürecin hala aktif bir aktörü olduğunu göstermek adına “arkadan işler
çevirmeye” devam ettiğini kanıtladı. Bu kez aynı aşiretler meclisini
tekrar toplayarak, ‘Ulusal Ordu‘ kurma hedefini ilan etti. Yani “yerel
askeri meclisten” Ulusal Ordu'ya terfi etmiş görünüyor. Ve bu kez ilan
edilen hedef şöyle oldu: “Safların birleştirilmesi, DAİŞ, PYD/PKK ile
mücadele, Beşar Esad rejimi ve destekçilerinin yıkılması” ve bunun için
de bir “Ulusal Ordu”nun kurulması!..
Lakin ‘El Cezire ve
Fırat Aşiretleri Ordusu‘ için ilan edilen hedefe ne kadar varıldıysa,
bugün yeniden aşiretler üzerinden yüksek perdeden ilan edilen hedefe de o
denli varılır. Öncelikle IŞİD (AKP ısrarla DAİŞ dese de) sahadaki
askeri varlığı bittikten ve fiilen devrini tamamladıktan sonra AKP'nin
aşiretleri toplayarak IŞİD'e karşı mücadele edeceğini ilan etmesi bir
yana, bu ilanı Hatay'dan yapmasının garipliği bambaşka bir şeydir.
Hatay'dan hangi IŞİD'le mücadele edecek? Burada, “Kurgulanan yeni
‘Ulusal Ordu'nun mücadele edeceği yeni bir IŞİD mi icat edilecek?”
sorusu akla geliyor. Belki de adı şimdiden duyurulan yeni “Suriye
El-Kaidesi” bu sorunun yanıtı olabilir.
O zaman bu
‘Ulusal Ordu' kimlerden oluşacak? Yeniden, yukarıda da değindiğimiz
AKP-Nusra ittifakı içinde geçen şu mutabakat maddesine bakalım:
“Ahrar'uş Şam da dahil olmak üzere AKP yanlısı silahlı gruplar, bölgesel
ve uluslararası uzlaşmayla yeniden örgütlenecekler. Bu yeni oluşumun
Nusra Cephesi ya da HTŞ damgası yememesi için öncelikle Nusra
militanları gözlerden uzak tutulacak…”
Ayrıca şunu da
belirtmek gerekir ki, daha önce Urfa'da 50 aşiret toplanmıştı. İstanbul
ve en son Hatay'da toplanan “Suriyeli Aşiret ve Kabileler Yüksek Kurulu”
55 aşiret ve kabileden oluşuyor. Burada fazladan 5 Türkmen aşireti
eklendi. Muhtemelen bu ekleme İdlip'teki cihatçı gruplar içinde yer alan
Türkistanlıların, Kafkas Türklerinin fazlaca olması nedeniyleydi.
Örneğin Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Çeçenistan gibi ülkelerden
gelen savaşçıların oluşturduğu ‘Kafkasya ordusu' İdlip kırsalı ve daha
çok Cisr el-Şuğur'da yer alıyorlar. Yaklaşık 1000 savaşçıları olduğu
söyleniyor. 2011'in sonu ile 2012'nin başında aileleriyle gelip
Lazkiye'nin kuzey kırsalına yerleşen ve daha sonra İdlip kırsalına
kaydırılan ‘Kafkasya ordusu' militanları, kendi içlerinde kapalı bir
gruptur. Bağımsız askeri karargahları, sahra hastaneleri ve kendi sağlık
merkezi var. Askeri operasyonlara katılma dışında diğer Arap gruplarla
fazla ilişkiye girmedikleri söyleniyor.[6] Bu grubu örneğin yeni çatıya
dahil etmenin sihirli formülü için Türkmen aşiretler düşünülmüş olmalı..
Ayrıca, İdlip işgalinde önde görünen ama bu süreçte fazlaca görünür
olmayan ve sayıları nispeten daha fazla olan Türkistan İslam
Cemaati/Partisi var. Daha çok Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nden
gelen Uygur Türklerinden oluşan bu grup, bugün (11 Ocak 2018) askeri
anlamda üst düzeyde donanımlı ve oldukça kalabalık bir konvoyla İdlip
kırsalına bir askeri sevkıyat gerçekleştirdi. Yayımladıkları “Türkistan
İslam Cemaati'nden İdlip'in güneyine dev askeri sevkıyat” başlıklı
videoda[7] arka fonda cihat marşıyla (neşid) verilen görüntülerdeki
sevkıyat, IŞİD'in Musul işgalindeki konvoyu andırıyor. Bu denli
donanımlı bir savaş örgütü olarak İdlip'te bulunuyor ve AKP'nin yeni
çatı örgütüne girmeyi bekliyor diyebiliriz.
Bu arada
hemen bir not düşelim; AKP'nin bu keyfi ve davranışları her ne kadar
Astana mutabakatıyla çelişse de, belki Rusya bu süreci tamamlamak için
kısmen idare edebilir, ama bu Türkistani cihatçıların bu denli
güçlenmeleri hem Rusya hem de Çin için ciddi bir tehdit demektir. Ne
Rusya ne Çin'in bunu görmezden geleceği düşünülemez, ama sadece AKP'nin
bunları “misafir” etmesine onay verebilirler. Ve AKP'nin “arkadan iş
çevirme hamleleri idare edilecekse” de, sırf bunun için edilecektir.
Ayrıca muhaliflerin, AKP'nin bu “Suriyeli Aşiret ve Kabileler Yüksek
Kurulu” projesine sıcak baktıkları da söylenemez. Muhalif gazeteci-yazar
Halil Mikdad, 10 Ocak'ta Twitter hesabından şöyle bir paylaşımda
bulundu: “Birçok grup ayrıldı ve İdlip-Hama aşiretlerine katıldı.
Bunların niyeti evlerini terk eden halkın mallarına el koymaktır.”[8]
Bütün bunlar AKP'nin, garantörü olduğu cihatçı gruplarla ortaklaşarak
kurguladığı İdlip stratejileri olabilir. Yeni stratejiler oluşturmanın
ve bunlar üzerinden bolca hayaller kurmanın sınırı yoktur. Elbette
kurulabilir. Ama elzem olan, hayattaki karşılığının ne olacağına
bakmaktır.
Suriye ordusunun hızlı ilerleyişi AKP'yi neden telaşlandırdı?
Son geniş çaplı savaşın İdlip'te olacağı belliydi, AKP de buna dönük
hazırlıklarını yapmaktaydı zaten. Suriye ordusunun İdlip kırsalından
başlayarak yavaş yavaş kent merkezine doğru yol alacağı hesaplandı.
Fakat üç koldan ve hızlı bir operasyon beklenmiyordu. Suriye ordusu bir
hafta içinde 100'e yakın köy ve kasabayı temizleyince, kente doğru
ilerleyişin “yavaş yavaş” değil, beklenenden hızlı olacağı anlaşıldı.
Bundan dolayı cihatçı gruplarda çözülmeler başladı. Birbirlerini
ihanetle suçlamaya başladılar. En çok da Nusra lideri Culani ve Ahrar'uş
Şam liderleri “cihat davasını dolar karşılığında satmakla” suçlandılar.
Bütün bunların yanı sıra Twitter'da açılan “إدلب#” (İdlip)[9]
etiketinde AKP'ye yönelik çok fazla suçlamanın yapıldığı görülüyor.
Hatta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun, “İdlip'te sivil halk ve
ılımlı muhalifler hedef alınıyor. İran ve Rusya Suriye'deki garantörlük
sorumluluğunu yerine getirmeli” ile “İran ve Rusya büyükelçileri
Dışişleri'ne çağrıldı” şeklindeki açıklamaları bu öfkeyi yatıştırmadı.
Peki Çavuşoğlu'nun bu çıkışını neye yormalı? Kimi analistler bunu
“Türkiye'nin Astana yükümlülüklerinden kaçışı” olarak yorumladı. Kimi
muhaliflerin bu tavrı, “Astana'dan çıkış” olarak görüp umutlandıkları
görüldü. Ama analistler (ki buna Lübnanlı analist Enis Nakkaş da
dahil)[10] bunun mümkün olmadığı görüşündeler. Çünkü “AKP, yaşadığı
bunca iflastan sonra yeniden Rusya'ya sırtını dönemez, aksi takdirde
yedi yıllık faturayı tek başına ödemek zorunda kalır.” O halde
Çavuşoğlu'nun “siviller-ılımlılar hedef alınıyor” yönündeki bu “sert”
çıkışının altında ne yatıyor?
Birincisi; 6 Ocak'ta
Hmeymim Hava Üssü'ne 13 İnsansız Hava Aracı (İHA) saldırısı gerçekleşti.
Bunlardan 3'ü etkisiz hale getirilerek indirildi ve incelemeye alındı.
İddiaya göre inceleme sonucunda İHA'ların İdlip'teki Muazzara
kasabasından yollandığı tespit edildi. Bu kasabanın Türkiye'nin
İdlip'teki gözlem noktalarından biri olduğu söyleniyor. Bunun üzerine
Rusya Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT
Müsteşarı Hakan Fidan'a mektuplar göndererek, “Türkiye'nin,
kontrolündeki silahlı grupların çatışmasızlık rejimine uymasını sağlamak
konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiği” uyarısını
yaptı.[11]
İkincisi; bizzat muhaliflerin paylaştıkları
videolarda cihatçıların, AKP'nin sağladığı öne sürülen zırhlılarla
çatışma bölgelerine askeri sevkıyat yaptıkları görülüyor. (Görüntüler,
Fırat Kalkanı'nda yer alan cihatçı gruplardan Feylak'uş Şam tarafından
paylaşıldı.) Bunu Suriye hükümeti de, Rusya ve İran da görüyor. Bütün
bunlara AKP'nin ya bir cevabı olacak ya da verebileceği bir cevabı yoksa
diğer tarafı “Astana mutabakatını ihlal etmekle” suçlayacak. Görünen o
ki, ikinci seçenek daha uygun düşüyor: “Oyun kurucu olmak, her koşulda
üste çıkmaktır” taktiği işliyor. Oysa bu seçenek AKP açısından gönüllü
değil, zorunlu bir tercihtir. Çünkü Soçi zirvesinde İdlip savaşında
Türkiye'nin tarafsız kalma garantisi verdiği biliniyor. Ama tarafsız
kalması da pek olası değildir. Nusra Cephesi başta olmak üzere
garantörlüğünü üstlendiği diğer bütün cihatçı gruplara, çok yönlü bir
operasyon başladığında Suriye ve Rus saldırılarına karşı onları koruma
sözünü verdiyse, tarafsız kalarak bunu nasıl yerine getirecek?
Muhtemelen arkadan destekleyerek ve onlar adına “siviller-ılımlılar
hedef alınıyor” retoriğini yükselterek, ama diğer yandan “arkadan
desteklediği” deşifre olur kaygısı taşıyarak yapacak. Zira eğer bunu
yapmazsa, bu kontrolsüz cihatçı potansiyelin şerrinden korunmak pek
olası değildir. Buna rağmen bu operasyon derinleşecektir ve muhtemelen
bahara doğru sıra İdlip merkezine gelecektir. O zaman bu “tarafsız
kalma” garantisi, sınırları kapatma garantisi anlamına gelemeyecektir.
Belli ki AKP kendi stratejileri üzerinden oyun kuruyor ve bir yandan
taktik ve stratejilerine dönük hazırlıkları yetiştirememe telaşını
yaşıyor. AKP'nin İdlip stratejisinden kimsenin haberinin olamayacağı,
cihatçıları yeni bir çatı altında toplamasının ne anlama geldiğini
kimsenin bilemeyeceği varsayımı üzerinden kurgu yürüyor. Ama nasıl bir
strateji geliştirildiği üzerine epeyce yorum yapanlar var. Örneğin Enis
Nakkaş'a göre, bunu Suriye ordusuyla savaşmak için yapmıyor, çünkü resmi
olarak Suriye ordusuyla karşı karşıya gelemez. Sadece idlib'te kalıcı
olma arayışı içindedir. Kendine bir bölge kurup, “elimde silahlı gücüm
var” diyecek!.. Nakkaş'a göre “Bunu herkes istedi; Halep'te, Dera'da,
Kuneytire'de… Deyrizor operasyonunda ABD, Suriye ordusunu ‘orada dur,
ilerleme' dedi, ama Suriye ordusu Deyrizor'u kontrol altına aldı. Ebu
Kemal ABD için kırmızı çizgiydi, ama Suriye ordusu çizgiye bastı gitti..
Türkiye'nin de şimdi İdlip için geçmişte denenmiş ve iflas etmiş
taktikleri var. Yedi yıl sonra artık mümkün değil…” [12]
Sonuç olarak AKP'nin tek başına oyun kurucu olamayacağı gayet açıktır
ve İdlip'e yönelik bu taktikler, sadece “denklemde ben de varım”
retoriğinden öteye geçecek gibi görünmüyor. Ama kapıya dayanan yeni ve
sadece Türkiye'yi etkileyecek olan son iflası ne görmezden gelmek ne de
bundan kaçınmak mümkündür. Suriye politikasındaki yanlışın ve iflasın
faturasının İdlip'te kesileceği günler yaklaşıyor!..
-----------------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar:
[1] Akil Said Mahfud; “Türkiye ve Nusra Cephesi İdlip'te gerilimi
azalmayı nasıl başaracaklar?”, 31 Ağustos 2017, El-Meyadin.
[2] Sendika.Org'da yayımlanan 27 Ekim 2017 tarihli “AKP'nin İdlip oyunu
ve Nusra'yla ateşten ortaklık” başlıklı makalem bugünkü gelişmelerle
birlikte yeniden değerlendirilmeli.
[3]http://syria.news/28cacf11-18101712.html
[4]http://www.ydh.com.tr/HD15529_el-kaide-suriye-kolunu-kurdu.html
[5]https://aawsat.com/home/article/1138676/%D9%81%D8%B1%D8%B9-%D8%B3%D9%88%D8%B1%D9%8A-%D9%84%D9%80-%C2%AB%D9%84%D9%82%D8%A7%D8%B9%D8%AF%D8%A9%C2%BB-%D9%8A%D9%86%D8%B4%D9%82-%D8%B9%D9%86-%C2%AB%D8%A7%D9%84%D9%86%D8%B5%D8%B1%D8%A9%C2%BB
[6]https://www.irfaasawtak.com/a/412891.html
[7]https://www.doguturkistanbulteni.com/turkistan-islam-partisi-intikal-goruntuleri/
[8]https://twitter.com/Kalmuqdad/status/951197185076588546
[9]https://twitter.com/search?src=typd&q=%23%D8%A5%D8%AF%D9%84%D8%A8
[10]https://www.youtube.com/watch?v=jcXwNkdh2AU&feature=youtu.be
[11]https://tr.sputniknews.com/rusya/201801101031746730-rusya-hulusi-akar-hakan-fidan-idlib-saldiri/
[12]https://www.youtube.com/watch?v=jcXwNkdh2AU&feature=youtu.be