Değerli
izleyicilerimizi selamların en güzeliyle selamlıyoruz. Allah’ın selam,
rahmet ve bereketi değerli izleyicilerimize olsun. Sizinle ‘Mehdilik
Meselesi’ programının yeni bir bölümünde ‘Sened ve Delalet Açısından
Sakaleyn Hadisi’ konusunun beşinci kısmında birlikteyiz. Sizin adınıza
değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey’i selamlıyoruz. Hoş
geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!
- Hoş bulduk.
-
Efendim, önceki programda Sekaleyn hadisinin geçtiği kaynakların bir
bölümünü sundunuz. Ayrıca bir grup bilginin adını da andınız. Acaba
Sekaleyn veya Halifeteyn hadisinin sahih olduğunu belirten başka
bilginler de bulunmakta mıdır?
- Koğulmuş
şeytandan Allah’a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O’nun
yardımıyla başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.a) ve
tertemiz Âl’ine olsun.
Bu gece programımızın
vaktinin elverdiği ölçüde düşünsel, inançsal ve fıkhi farklı yönelişlere
sahip olan bazı mütekaddimun dönem bilginlerine, hem de büyük bazı
çağdaş bilginlere işaret etmek istiyorum. Ayrıca hem bu bilginlere
işaret etmek hem de önceki programlarda geçtiği gibi Sekaleyn veya
Halifeteyn hadisinin sahih olduğunu belirten bu bilginlerin tümünü
açıklamak arzusundayım. Zira son derece üzüntü vericidir ki hem bazı
mütekaddimun dönem bilginlerinin, hem de son dönemdeki bazı
akademisyenlerin yazdıkları eserlerde Hz. Resul-u Azam’ın (s.a.a)
buyruğunda varid olan ‘Kitab ve İtretim olan Ehl-i Beytim’ ibarelerinin
bulunduğu metnin sened açısından problemli ve zayıf olduğunu
dillendirdiklerini görmekteyiz. Bu hadisi zayıf sayan birtakım alimlerin
açıklamalarına işaret edeceğiz. Ancak önceki programda Sekaleyn veya
Halifeteyn hadisinin sahih olduğunu belirten bir grup alime işaret
etmiştik. Bu akşamki programımızda ise inşallah bazı başka alimlere daha
işaret etmeye çalışacağız.
Önceki programda işaret etmediğimiz ilk kaynak Hafız İbn Hacer Ahmed İbn Ali el-Askalani’nin el-Metalibü’l-Aliye bi-Zevaidi’l-Mesanidi’s-Semaniyye adlı eseridir.
Rivayet şöyledir:
“Hz. Peygamber (s.a.a) Gadir-i Hum denen yerde bir ağaçlığın altında
konakladı. Sonrasında Ali’nin (a.s) elini tutarak hutbe okudu. Şöyle
buyurdu: Allah-u Teala’nın rabbiniz olduğuna şehadet etmez misiniz?
Onlar ‘Elbette şehadet ederiz’ dediler.
Resulullah
(s.a.a) ‘Allah ve Resulünün size nefislerinizden daha evla olduğuna,
mevlanız olduğuna şehadet etmiyor musunuz?’ diye sorunca onlar ‘Şehadet
ederiz’ dediler. Bunun üzerine Hz. Resulullah (s.a.a) ‘Allah-u Teala ve
Resulü kimin mevlası ise işte şu da onun mevlasıdır’ diye buyurdu ve
Ali’nin (a.s) elini tuttu.
Ey
İnsanlar! Ben aranızda tutundukça sapmayacağınız bir emanet bıraktım.
Bu da Allah’ın Kitabıdır. O’nun bir ucu Allah-u Teala’nın diğer ucu de
sizin elinizdedir. Bir de Ehl-i Beytim’ buyurdu.”
Bu hadisin isnadı sahihtir. (1)
Açıkçası
Müslümanların Allah-u Teala ve Resulü karşısında takınılması gereken
tavrı açıklayan hadisin ‘Allah-u Teala ve Resulü kimin mevlası ise işte
şu da onun mevlasıdır’ şeklindeki ifadeleri karşısında, görevin sadece
sevgi mi yoksa itaat ve ittiba edişin vücubu mu olduğu bağlamında ortaya
konan düşüncelere hayret etmemek elde değil. Kimileri düşünmeyi tamamen
devre dışı bırakıyorlar. Hz. Resulullah (s.a.a) bu tür ayetlerle ve
‘Allah ve Resulünün size nefislerinizden daha evla olduğuna, mevlanız
olduğuna şehadet etmiyor musunuz? Ve Allah-u Teala ve Resulü kimin
mevlası ise işte şu da onun mevlasıdır’ ifadeleriyle istişhad ederken
Sekaleyn hadisinin itaat ve ittiba edişin vacipliğine delalet etmediği,
hadiste geçen “velayet” sözcüğünün ancak sevgi ve yardıma işaret
ettiğinin dile getirilmesi veya bu görüşün aktarılması nasıl mümkün
olabilir? Hz. Resulullah’ın (s.a.a) müminlere ve Müslümanlara evleviyeti
(önceliği) acaba sadece sevgi düzleminde midir, yoksa taat ve ‘temessük’ (sımsıkı
sarılma) anlamında mı kavranmalıdır? Her neyse ‘Mutarahatün fi’l-Akide’
isimli programlarımızda bu konuyu detaylıca inceleyeceğiz. İbn Teymiyye
‘Ben kimin mevlası isem işte Ali (a.s) de onun mevlasıdır’ ifadelerinin
zayıf olduğunu ispat etmeye çalışır.
Hadiste geçen ‘O’nun bir ucu Allah-u Teala’nın diğer ucu de sizin elinizdedir’ ifadeleri bir ipi anımsatmaktadır. ‘Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın.’ (3/Al-i İmran/103)
İpin iki ucundan birisi Allah-u Teala’nın dest-i kudretinde diğeri ise
sizin elinizdedir. Allah azze ve celleye ulaşmanız için bu ipe sımsıkı
tutunmalısınız. ‘O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır.’ (35/el-Fatır/10)
Hangi kanalla Allah-u Teala’ya yükseleceğiz. Allah-u Teala ve Ehl-i
Beyt-i Mutahhara kanalıyla tabii. Hazret, ‘Ey İnsanlar! Ben aranızda
tutundukça sapmayacağınız bir emanet bıraktım. Bu da Allah’ın Kitabı.
O’nun bir ucu Allah-u Teala’nın diğer ucu de sizin elinizdedir. Bir de
Ehl-i Beytim’ buyurmaktadır.
İmam İbn Hacer
el-Askalani hadisin isnadının sahih olduğunu dile getirmektedir. Öyleyse
bu şahidlikten sonra hadisin ‘tutundukça sapmayacağınız’ bulunduğu
bölümünün isnadının zayıf senedli olduğunu dile getirenlerin iddiası
doğru değildir. Hadisin bu varyantının geçtiği ilk kaynak bu eserdir.
Hadisin bu varyantının geçtiği işaret edilmesi gereken ikinci kaynak İbn Kesir’in Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim adlı eseridir.
İbn Kesir der ki: Sahih (hadis)te şöyle geçmektedir:
Hz. Resulullah (s.a.a) bir gün, Humm adlı bir suyun kenarında bize
hutbe okudu. Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ancak aranızda
iki şey bırakıyorum: Birincisi Allah’ın kitabı ve İtretim. Bu ikisi
Havz-ı Kevser’e gelinceye kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır. (2)
Hadisin
bazı varyantlarında ‘Lem yefterika/ayrılmamışlardır’ şeklinde
geçmekteyken bir bölümünde ise ‘Len yefterika/ayrılmayacaklardır’
şeklinde geçmektedir. Öyleyse Kur’an ve İtret-i Tahire ayrılmazlığı ne
mazide, ne şimdiki zamanda ne de istikbalde gerçekleşecektir. Değerli
izleyicilerin Hafız İbn Kesir’in bu hadis hakkında ‘Sahih (hadis)te’
ifadesini kullandığına dikkat etmelerini istiyorum. Ancak bazıları İmam
İbn Kesir’e, ‘Bu hadisi Sahihü’l-Buhari ve Sahihü’l-Müslim’de
göremiyoruz. Öyleyse Sahihayn’da bulunmadığı halde İbn Kesir nasıl olur
da sahih (hadis)te ifadelerini kullanır’ şeklinde itiraz etmeye
çalışmışlardır. Değerli izleyicilerin bilimsel bir nükteye dikkat
etmelerini istiyorum. İbn Kesir ve benzeri kimi bilginler ‘Sahihte’
ifadesini kullandıkları zaman Sahihayn’a veya Sahihayn’dan birisinde
mevcut olduğunu işaret etmemekte ve bunu kasdetmemektedirler. Onlar bu
sözleriyle rivayetin sahih bir isnada sahip olduğunu kasdetmektedirler
ki kimse ‘Bizler Sahihayn’a müracaat ettiğimizde bu varyantı ne
Sahihü’l-Buhari’de ne de Sahihü’l-Müslim’de görebildik’ tarzında bir
itirazda bulunmasınlar. Bu yargımızın kanıtı sahih sözcüğünün
Sahihayn’da geçiyor anlamında değil de sahih bir rivayettir veya sahih
bir hadistir anlamında kullanımının varlığıdır.
Bakınız Şeyhü’l-İslam İbn Teymiyye’nin kendisi Kaidetün Celiletün fi’t-Tevessüli ve’l-Vesileti adlı eserinde şöyle demektedir: ‘Hz. Peygamber’den (s.a.a) aktarılan sahih (hadis)te
Allah-u Teala’ya dua eden hiçbir kimse olmamış olsun ki…’ (3) İbn
Teymiyye’nin ifadelerinde geçen ‘Sahih (hadis)te’ sözcükleri hakkında
bakınız muhakkik haşiyesinde ne demektedir: Müellif bununla rivayetin
Sahihayn’da geçtiğini ifade etmek istemiyor. Yazar bununla ancak
rivayetin sahihliğini dile getirmek istiyor. (4)
Buna
göre hiçbir kimse İmam İbn Kesir’e ‘Sahihayn’da geçmediği halde niçin
sahihte ifadesini kullanmaktadır’ şeklinde itiraz yöneltemez. Zira İbn
Kesir’in bu ifadeyi kullanmaktaki ereği hadisin sahih bir isnad
zincirine sahip oluşudur.
Hadisin bu varyantının geçtiği işaret edilmesi gereken üçüncü kaynak önceki programlarda değinmediğimiz el-Münteheb min Müsned-i Abd İbn Humeyd adlı eserdir.
Rivayet şöyledir: Zeyd İbn Sabit’ten rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: Hz.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Aranızda, tutunduğunuz müddetçe
asla sapmayacağınız şey/ler/i bırakıyorum: Birincisi Allah’ın kitabı ve
İtretim olan Ehl-i Beytim. Bu ikisi Havz-ı Kevser’e gelinceye kadar asla
birbirlerinden ayrılmayacaklardır.
Diyor ki; hadis sahih li-ğayrihidir. Öyleyse hadisi li-ğayrihi olsa da sahihtir.
Hadisin bu varyantının geçtiği işaret edilmesi gereken dördüncü kaynak Hakim en-Nisaburi’nin el-Müstedrek ala’s-Sahihayn adlı eserdir. Rivayet Zeyd İbn Erkam’dandır. O şöyle demektedir: Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: aranızda Sekaleyni bırakıyorum… Bu hadis Buhari ve Müslim’in şartlarına göre sahih olduğu halde tahriç etmemişlerdir.
İmam
Zehebi ise bu hadise şu taliki düşer: Hasan İbn Ubeyd en-Nehai, Müslim
İbn Sabiyh’den o da Zeyd İbn Erkam’dan merfu olarak rivayet eder ki: Aranızda tutunduğunuz müddetçe asla sapmayacağınız iki ağır şeyi bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytim. (h.m) (6) Bu rivayetin merfu oluşu veya olmayışı inşallah ilerde açıklığa kavuşacaktır.
Metinde
geçen ‘h.’ve ‘m.’ işaretleri Buhari ve Müslim’i göstermektedir. Yani bu
rivayet Buhari ve Müslim’de bulunmaktadır anlamına gelmektedir. Rivayet
hakkında doğru olan şöyle denilmesidir: Bu rivayet zincirinde bulunan
bazı kimselerden ötürü Buhari hadisi tahriç etmemiştir. Rivayet sadece
Müslim’in şartlarına göre sahihtir.
Değerli
izleyicilerin meselenin bütün çıplaklığıyla ortaya çıkması için azıcık
sabretmelerini istiyorum. Sekaleyn ve Halifeteyn rivayetleri Müslüman
bilginlerin eserlerinde, hatta çaplı bilginlerin eserlerinde oldukça
geniş bir yer tutmaktadır. İnşallah ilerde bu hadislere bazı notlar
düşülecektir.
Hadisin bu varyantının geçtiği işaret edilmesi gereken beşinci kaynak Hafız Sehavi’nin İsticlabü İrtikai’l-Ğuraf adlı eseridir. Hz. Ali’nin (a.s) hadisine gelince İshak İbn Rahuveyh’in Müsned‘inde
Kesir İbn Zeyd’den, o da Muhammed İbn Ömer İbn Ali İbn Ebu Talib’den, o
babasından, o da kendi babası Ali’den (a.s) şöyle rivayet eder: Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: Aranızda tutunduğunuz müddetçe asla sapmayacağınız şey/ler/i bırakıyorum….
Muhakkik Halid İbn Ahmed Babteyn şöyle der: Hadisin isnadı sahihtir.
Altıncı kaynak Allame Albani’nin Sahihü’l-Camii’s-Sağir adlı eseridir. Rivayet şöyledir: Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
Şüphesiz ben, sizlere iki halife bırakıyorum. Yerle semanın arasında
uzatılmış sağlam bir ip olan Allah’ın kitabı ve İtretim olan Ehli
Beytim. Bu iki halife, (kıyamet günü) havuzun yanına gelinceye kadar,
birbirlerinden ayrılmayacaklar.’
Allame Albani ne diyor; hadis sahihtir. (8)
Hadisin bu kanalı da sahihtir.
Şu
ana kadar 20 veya 30 dolaylarında bütünü sahih olan ve farklı
kanallarla Hz. Resulullah’ın (s.a.a) sahabelerinden gelen hadis
metinleri okuduk. Hemen hemen bütününde ‘havuzun yanına gelinceye kadar,
birbirlerinden ayrılmayacaklar’ ifadeleri bulunmaktadır.
Aynı eserde geçen sahih senede ve bir başka isnad zincirine sahip diğer bir hadisimiz daha bulunmaktadır.
‘Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: Ey insanlar! Şüphesiz ben,
sizlere tutundukça asla sapmayacağınız şey/ler/i bırakıyorum. Allah’ın
Kitabı ve İtretim olan Ehli Beytim.’
Allame Albani der ki; hadis sahihtir. (9)
Aynı eserden başka bir rivayet de şöyledir: Ey insanlar! Şüphesiz ben, sizlere … şey/ler/i bırakıyorum. Allah’ın Kitabı ve İtretim olan Ehli beytim.’ Allame Albani der ki; hadis sahihtir. (10)
Bu
rivayetin sahih veya hasen olduğunu doğrulayan başka bilginler de
bulunmaktadır. Bu kaynaklardan birisi önceki programlarda işaret
ettiğimiz Ebu Cafer et-Tahavi’nin (h.321) Şerh-ü Müşkili’l-Asar adlı eseridir. ‘Hz. Peygamber (s.a.a) Gadir-i Hum denen yerde bir ağaçlığın altında…’ rivayetini Ali’den (a.s) naklettikten sonra şöyle der: Hadisin isnadı hasendir. (11)
Hadis Metalibü’l-Aliye‘den
okuduğumuz rivayetin aynısıdır. Allame Arnavut da Tahavi’nin
değerlendirmesini doğru bularak hadisin hasen olduğunu belirtir. (12)
Hadisin
bu varyantının senedinin hasen olduğunu söyleyenlerden bir diğeri İmam
Ahmed’in Müsned’ine şerh yazıp fihristini düzenleyen Hamza Ahmed
Zeyd’dir. Hamza Ahmed ‘Aranızda iki emanet bırakıyorum…
Birisi diğerinden daha büyüktür. Allah’ın Kitabı ve İtretim Ehli Beytim.
Bunlar birbirlerinden asla ayrılmayacaklardır’ rivayetini aktardıktan sonra ‘hadisin isnadı hasendir’ der. (13)
Bu rivayeti sunup hasen veya sahih olduğunu belirten bir diğer kaynak İmam Ebubekir Ahmed İbn Ömer İbn Ebu Asım’ın (h.287) es-Sünnet
adlı eseridir. Hadisi naklettikten sonra ‘Hadisin isnadı hasendir’
değerlendirmesinde bulunur. (14) Buraya kadar yapılan açıklamalarla ya
muhaddislerin kendilerinin veya talik ve tahkik düşenlerden oluşan en az
on bilginin Hz. Peygamber’den (s.a.a) sadır olan Sekaleyn hadisinin bu
varyantının sahih veya hasen olduğunu belirttikleri açıklığa kavuştu.
Sunucu:
Efendim bu sunumdan sonra Sekaleyn hakkındaki bu hadislerin ahad
haberler mi yoksa mütevatir hadisler mi olduğu konusunda bir soru
gelmektedir.
- Bu soruya cevap vermeden
önce değerli izleyicilerin bana biraz sabretmelerini ve dile getirdiğim
açıklamalar hakkında düşünmelerini istirham ediyorum. Özetle şu üç
noktaya işaret etmek istiyorum;
a- Mütevatir
hadisin tanımı. Diğer bir ifadeyle mütevatir veya ahad hadis
kavramlarını kullandığımızda neyi murad etmekteyiz? Bu konuya daha önce
değinmiştik. Ancak şu anda bu konuyu hatırlamaya gereksinim duymaktayız.
b-
Mütevatir hadis neyi ifade etmektedir? Herhangi bir hadisin
mütevatirliği kesinleşirse bu neyi ifade eder? Hadisin mütevatir
olmasının sonucu nedir? Mütevatir hadis ile mütevatir olmayan ahad hadis
arasında, terettüp eden sonuç açısından ne fark vardır?
c- Tevatür nasıl gerçekleşir? Hangi koşullar oluştuğunda bir hadis hakkında bu hadis mütevatirdir veya ahaddır diyebiliriz?
Tevatürün tanımı ve ifade ettiği anlam hakkında bu sahada söz sahibi olan bazı bilginlerin açıklamalarına işaret edeceğiz.
Allame Muhammed İbn Salih el-Useymin, Mustalahü’l-Hadis
eserinde şöyle der: Adeten yalan söylemek üzere birbirleriyle
anlaşmaları imkansız bir topluluğun rivayet ettiği ve maddi bir şeye
isnad ettikleri rivayettir. Mütevatir, hem lafız, hem anlam itibariyle
mütevatir ve sadece manasıyla mütevatir olmak üzere iki kısma ayrılır.
Hz. Peygamber’in (s.a.a): ‘Kim benim aleyhime kasten yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın’ buyruğu ilk gruba örnektir. (15)
Şu an incelediğimiz Sekaleyn hadisinin öyle lafızları vardır ki lafız ve anlam yönünden üzerinde ittifak edilmiştir.
‘Tarikün
fiküm/aranızda bırakıyorum’, ‘Ma in temessektüm/tutunduğunuz müddetçe’,
‘Ma in ehaztüm bihi/sımsıkı sarıldığınız müddetçe’, ‘Len tadillu ba’di
ebeda/benden sonra asla sapıtmayacaksınız’, ‘Kitaballah ve İtreti Ehl-i
Beyti. İnnehüma len yeftiraka/Allah’ın Kitabı ve İtretim olan Ehl-i
Beytim. Bu ikisi asla birbirinden ayrılmayacaklardır’;
okumuş olduğumuz bütün hadis metinlerinde bu ifadeler mevcuttu. Ancak
‘Sekaleyn’ veya ‘Halifeteyn’ sözcüklerinin metinden metine farklılık arz
ettiğini görmüştük. ‘Allah’ın Kitabı ve İtretim. Bu ikisi (kıyamet günü) havuzun yanına gelinceye kadar, birbirlerinden ayrılmayacaklar’ ifadeleriyse okumuş olduğumuz bütün hadis metinlerinde ortaktır.
Tevatür
neyi ifade etmektedir? Her iki kısmıyla da tevatür -ister lafzen ve
manen olsun ister sadece manen olsun- ilk olarak bilgi ifade etmektedir.
Bu da kendisinden nakledildiği zata nisbetinin sahih olduğunun kat’i
(kesin) olması demektir. Başka bir ifadeyle Sekaleyn ve Halifeteyn
hadisinin mütevatir oluşu kesinleştiğinde bizler kesinlikle bu hadisin
Hz. Resulullah’ın (s.a.a) ağzından çıktığını, hevasından konuşmayan ve
konuşmasının vahiy olduğu Zat’ın mübarek dillerinden döküldüğünü
anlayacağız. Bu özelliğiyle mütevatir hadis ahad haberden ayrılmaktadır.
Zira ahad haber mütevatirin aksine sadece zann ifade etmektedir. Oysa
mütevatir haber Hz. Resulullah’ın (s.a.a) ağzından çıktığı noktasında
kesinlik ve yakin söz konusudur.
İkinci nokta da
mütevatir haberin delalet ettiği anlam gereğince amel ediştir. Bir
haberin tevatüre sahip oluşu kesinleştiğinde, özellikle de inanca dayalı
konularda, içerdiği anlama inanmak ve tasdik etmek şart olmaktadır.
Eğer amele dayalı konularla ilgili ise içerdiği anlamı dışsal olarak
uygulamak gerekmektedir.
Yazar İbn Useymin şöyle
der: “Eğer haber anlamını ihtiva ediyorsa, tasdik edilmesi, eğer istek
(emir ve yasak) ihtiva ederse uygulanması suretiyle neye delalet
ediyorsa gereğince amel etmeyi de ifade eder.” Tevatürle ilgili
açıklamalarını sunduğumuz ilk kaynak budur.
Sahayla ilgili ikinci kaynak Hafız İbn Hacer el-Askalani’nin en-Nüketü ala Nüzheti’n-Nazar fi Tevdihi Nuhbeti’l-Fiker adlı eseridir.
Yazar ilk olarak tevatür için gerekli olan şartları açıklar ve ardından şöyle der: “Mütevatir kesin ilim ifade eder. (18)”
Mütevatir
haberin doğurduğu sonuç hakkında ne dediğine dikkatlice bakınız.
İzleyiciye belirtmek istediğimiz husus şudur: Sekaleyn ve Halifeteyn
hadisin mütevatir oluşu kesinlik kazanınca söz konusu hadis ilm-i yakini
ifade eder.
Bu konuda üzerinde durmamız gereken
üçüncü soru tevatürün nasıl gerçekleşeceğidir. Bir grup bilgin tevatürün
10 adet sahabinin nakletmesiyle gerçekleşeceğini dile getirmektedirler.
Bir hadis metnini 10 sahabi rivayet ederse rivayet mütevatir haber
kategorisine girer. Kettani, Nazmü’l-Mütenasir mine’l-Hadisi’l-Mütevatir adlı eserinde bu bilginlere işaret eder ve şöyle der: “Hafız Suyuti el-Ezharü’l-Mütenasire fi’l-Ahbari’l-Mütevatire
adlı eserinde şöyle der: Kanaatimize göre 10 sahabinin rivayet ettiği
her hadis mütevatirdir. (19)” Öyleyse bir rivayet 10 sahabi tarafından
aktarılırsa tevatürlüğü kesinleşir.
Diğer bazı
bilginlerin rivayetin 5 sahabi tarafından nakl edilmesi halinde
mütevatir rivayete dönüşeceğini dile getirdiklerini görmekteyiz. Bu
görüş Doktor Muhammed Ahmed İsmail el-Mukaddem’in el-Mehdi ve Fıkhü Eşrati’s-Saat adlı
eserinde geçmektedir. Yazar şöyle der: “Aralarında İbn Hazm’ın da
bulunduğu bir grup bilgin bir hadisin beş sahabi tarafından rivayet
edilmesi halinde mütevatir rivayet kategorisine gireceğini
kararlaştırmışlardır. Onların bu konudaki bakış ve düşünceleri doğrudur.
(20)” Zira sahabe özellikle de ileri gelenleri ve bilginleri zabt, iman
ve takva olgusuyla tanınıp bilinmektedirler. Sahabenin geneli bu
özellikleri taşımaktaydı. Delille istisna edilenler hariç. Ayrıca bu
düşünce Ehl-i Beyt Medresesinin sahabe hakkındaki inancıdır. Delille
münafık olduğu tescillenip dışta bırakılanlar hariç sahabe belirtilen
özelliklere sahip idi. Bu ayrı bir araştırma konusudur.
Konuyla ilgili üçüncü kaynak İbn Hazm’ın el-Muhalla adlı eseridir. O’na göre tevatür dört sahabenin rivayet etmesiyle de gerçekleşir.
Müellif
şöyle demektedir: “Bir haber müsned olarak dört sahabi tarafından
rivayet edilirse bu rivayet mütevatir haber kategorisine girer ve
muhalefet edilmesi de caiz olmaz. (21)”
Hatta bunun daha ileri seviyesi söz konusudur. Şeyh İbn Teymiye’nin İlmü’l-Hadis
adlı eserinde ‘Tevatürde belirli bir sayı şart olarak ileri sürülemez…
Bir veya iki sahabinin rivayet ettiği haber ümmet tarafından da hüsn-ü
kabulle karşılanır ve tasdik edilirse Müslüman bilginlerin genelinin
nazarında ilim ifade etmektedir’ ifadelerini kullandığını görmekteyiz.
(22)
Demek ki tevatürde sayının şart olduğunu
ileri süren bazılarına göre bir veya iki sahabinin rivayet etmesiyle
bile tevatür gerçekleşebilir. Bu konuda doğru olan görüş budur. İbn
Teymiyye’nin ifadelerine göre sadece 2 sahabi bize haber nakletmiş olsa
nakledilen bu haber ilim ifade eder. Hatta bazen bu ilim ifade eden
haber tek bir sahabiden dahi aktarılmış olabilir. İbn Teymiyye’nin
gerekçesi sahabinin yüce bir konuma sahip olmasıdır.
Teymiyye,
“Bundan dolayıdır ki Sahiheyn’de geçen metinlerin çoğunluğunun sahih
olduğu bilinmektedir” der.(23) Halbuki Buhari ve Müslim sahabeden
değillerdir. Ancak Şeyh İbn Teymiyye, Buhari ve Müslim’in azametine ve
ululuğuna inanmakta dolayısıyla da bu ikisinin naklettiği bir rivayetle
ilim hasıl olduğunu söylemektedir. Ancak anlayamıyorum, Fatıma ve Ali
(a.s) gibi iki yüce sahabinin Fedek konusundaki şehadetleri neden kabul
edilmedi? Yani Fatıma ve Ali (a.s) sahabenin yücelerinden ve Allah-u
Teala’nın kendilerini tertemiz kılarak arındırdığı Ehl-i Beyt’ten değil
midirler? Bunlar Sekaleyn ve Halifeteyn hadisinin kapsamına girenlerden
değil midirler? Sahabi hanımları içerisinde dünya hanımlarının
efendisinden daha üstünü mü vardı? ‘Allah-u Teala O’nun hışım duymasıyla hışma gelir’ şeklinde
Peygamber tarafından makamı tescillenen bir hanımefendinin Fedek
arazilerinin kendisine geri verilmesi konusundaki şehadeti yeterli değil
miydi? Bu şehadete Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s) şehadetini de
ekleyelim. Onlar bir veya iki sahabi tarafından rivayet edilen haberin
Müslüman bilginlerin genelinin nazarında ilim ifade ettiğini dile
getirmemişler mi? Bu kural niçin diğer sahabiler hakkında uygulanır da
Ali (a.s) ve Fatıma (a.s) hakkında uygulanmaz? İşte tam bu noktada
değerli izleyicilerin değerlendirmelerine ve insafına bırakacağım bir
soru sormak istiyorum. Acaba niçin Ehl-i Beyt’in (a.s) haklarını elde
etmelerini engellemeye çalıştılar?
Yapılan bu
açıklamalarla tevatürün ne anlama geldiği, neyi ifade ettiği ve hangi
şartların oluşmasıyla tevatürün gerçekleştiği soruları cevaplarını
buldu. İşte şimdi sorularınıza cevap vermeye çalışacağız
Soru;
Sekaleyn hadisini ve Halifeteyn hadisini bize nakleden erkek ve hanım
sahabilerin adedi kaçtır? Acaba bunlar dört, beş, on, yirmi mi, kaç
kişidirler? Sayıları kaçtır?
Sunduğumuz
bilgilerden, 4 kişi tarafından rivayet edilen haberin İbn Hazm’e göre
mütevatir, 1 veya 2 sahabi tarafından rivayet edilen haberin İbn
Teymiyye’ye göre ilim ifade ettiği konusunun açıklığa kavuştuğunu
düşünüyorum. Biz İbn Hazm’ın başka bir sözünde 5 kişinin aktardığı
rivayetin de ilim ifade ettiğini, Suyuti’nin de bu sayıyı 10 olarak
belirlediğini zikretmiştik.
Değerli izleyiciler
geliniz bizzat kendimiz gözlerimizle ve kulaklarımızla Sekaleyn
hadisini, yani ‘Allah’ın Kitabı ve İtretim’ sözlerini rivayet eden
sahabilerin sayısını belirleyelim..
İlk kaynak İmam Semhudi’nin Cevahirü’l-Akdeyn fi Fadli’ş-Şerafeyn Şerefi’l-İlmi’l-Celiyy ve’n-Nesebi’n-Nebeviyy adlı eseridir.
Ey
Müslümanlar dikkat ediniz ne diyor: “Sekaleyn hakkında bir bab;
Sekaleyn hadisini Hz. Peygamber’den (s.a.a) rivayet eden sahabi sayısı
20’den fazladır. (24)” Yani İbn Teymiyye’yi
ölçüt olarak alacak olursak on katından fazladır. İbn Hazm’ı ölçüt
olarak alacak olursak beş katından fazla, Suyuti’yi ölçüt olarak alacak
olursak ise ikiye katlamaktadır.
Yazar daha sonra ‘Cabir’den, Huzeyfe’den…’ diyerek Sekaleyn hadisini rivayet edenleri birer birer sayar.
İkinci kaynak, İbn Hacer el-Heytemi’nin es-Savaiku’l-Muhrika ala Ehli’r-Rafdi, ve’d-Dalali ve’z-Zendaka adlı eseridir.
O
şöyle der: “Ayrıca bil ki bu kanallarla aktarılan temessük hadisi yirmi
küsür sahabiden rivayet edilmiştir… Hadisin bazı varyantlarında Hz.
Resulullah’ın (s.a.a) bu nebevi buyruğu Veda Haccı’nda Arafat’ta, diğer
bazılarında ise sahabelerinin odasına doluştuğu bir esnada Medine’de
vefat hastalığına tutulduğu zaman diliminde, bazı varyantlarında Gadir-i
Hum’da, bir diğer bölümünde ise Taif’ten ayrıldıktan sonra dile
getirdiği görülmektedir. Rivayetlerin bu farklılığı çelişki olarak kabul
edilemez. (25)”
Sekaleyn hadisine söz konusu
eserde temessük hadisi denildiğini önceki programlarda belirtmiştik.
Rivayetlerin bu farklılığının çelişki olarak değerlendirilmemesinin
nedeni ve gerekçesi nedir acaba? Zira Hz. Resulullah (s.a.a) her uygun
ortamda bu prensibi kuvvetlendirmeye çalışmıştır. Acaba konu sadece
İtret’e sevgi duyma mıdır? Sevgi zaten Kur’an ile sabit olmuştur. ‘De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.'(42/eş-Şura/23)
Hz. Resulullah (s.a.a) kendisinden sonra bir metod tesis etme
arzusundaydı. İşte Sekaleyn hadisinin metinlerinin farklılığı bize bu
gerçeği açıklamaktadır. Zira bu hadis sadece tek bir yerde söylenilmiş
değildir ki sahabenin hadisi mana ile rivayet ettiğini dile getirelim.
Asla! Sahabe hadis metnini Hz. Resulullah’dan (s.a.a) varid olduğu
şekilde aktarmıştır. Ancak Hz. Resulullah (s.a.a) bir defasında
“Halifeteyn” kelimesini kullanırken başka bir defasında “Sekaleyn”
ifadesini kullanmakta, bazen ‘Asla ayrılmayacaklardır’ derken bazen de
‘hiç ayrılmamışlardır’ diye buyurmaktadır.
Yazar şöyle diyor:
“Kitab-ı
Aziz’in ve İtret-i Tahire’nin önemine binaen Hz. Resulullah (s.a.a) hem
adı geçen yerlerde hem de başka ortamlarda bu konuyu defalarca
tekrarlamıştır. (26)”
Üçüncü kaynak Allame Münavi’nin Feyzü’l-Kadir Şerh-ü Şerhi’l-Camii’s-Sağir
adlı eseridir. Konuyla ilgili olarak yirmiyi aşkın sahabinin ismini
verir. (27) Öyleyse Sekaleyn ve Halifeteyn hadisleri, Hz. Resul-u
Azam’dan (s.a.a) mütevatir olarak aktarılışı kesin olan hadislerdendir.
Bu
bölümde iki önemli noktaya işaret etmek istiyorum. Bakınız bu hacimde
sahih isnada, sahih hatta mütevatir delillerden olan Sekaleyn hadisine
rağmen maalesef mütekaddimun döneminin bazı bilginlerinin üzüntü verici
açıklamalarına rastlıyoruz.
Bakınız İmam Ebül-Ferec Abdurrahman İbnü’l-Cevzi (h.597) el-İlelü’l-Mütenahiye fi’l-Ehadisi’l-Vahiye
adlı eserinde ne tür açıklamalarda bulunmaktadır: İbn Cevzi ‘Hz.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: Aranızda bırakıyorum…’ şeklindeki
Sekaleyn hadisini rivayet ettikten sonra şöyle der: Bu hadis sahih
değildir. (28)
Ben İbn Cevzi’nin bu açıklamalarına
nasıl not düşeceğimi bilemiyorum. Bu durum kendilerine ilim payesi
verilen kimselerden bazılarının rivayeti bilmemezlikten ve
görmemezlikten gelme davranışının kaynağıdır. Bu konu inşallah ilerde
gelecektir.
İbn Cevzi ‘Bu hadis sahih değildir’ ifadelerini kullanmakta, sonra da hadisin metnine işaret etmektedir:
“Atiyye’ye gelince ise Ahmed, Yahya ve bazı cerh ve tadil bilginleri onu zayıf saymışlardır.
Abdülkuddus’a gelince ise Yahya onun hakkında şöyle demektedir: Yahya bir şeye değmez, beş para etmez pis bir rafizidir.
Abdullah
İbn Dar’a gelince ise Ahmed ve Yahya onun hakkında ‘Beş para etmez.
Kendisinde hayır bulunan bir kimse ondan hadis yazmaz’ demektedir.” (29)
Sanki Sekaleyn hadisi sadece bütünü zayıf, tedlis yapan ve habis olan bu raviler tarafından aktarılmıştır.
Sekaleyn
hadisine eleştirel gözle bakan ikinci açıklamalar Şeyh İbn Teymiyye’den
gelmektedir. Kimileri Şeyh İbn Teymiyye’nin bütün hadisleri ezbere
bilen bir kişilik olduğu noktasında tanıklıkta bulunmaktadırlar.
İbn Teymiyye Mecmuatü’l-Fetava adlı eserinde şöyle der: “Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Aranızda
iki ağır şey bırakıyorum: Allah’ın Kitabı ve İtretim olan Ehl-i Beytim.
Bu ikisi Havz-ı Kevser’e gelinceye kadar asla birbirlerinden
ayrılmayacaklardır. Tirmizi bu hadisi rivayet etmiş ve hasen hadis olduğunu belirtmiştir. Tirmizi’nin bu değerlendirmesi çok su götürür. (30) ”
Sanki
Sekaleyn hadisi ile ilgili olarak sahih hiçbir hadis yok da sadece bir
tek bu hasen hadis bulunmakta. Beri taraftan Tirmizi’nin hadisi hasen
görüşünü de Şeyh İbn Teymiyye kabul etmemektedir. Şeyh İbn Teymiyye’nin
Ehl-i Beyt’e (a.s) ilişkin hadisler hakkındaki emaneti ve tutumu işte
görüldüğü gibidir. Defaatle belirttiğimiz gibi Emevici İslam’ın Şeyhi
İbn Teymiyye Ehl-i Beyt’in ve İtret-i Tahire’nin derecelerini ortaya
koyan, menkıbelerini aktaran ve faziletlerini sunan bir hadisle
karşılaştığında her ne pahasına olursa olsun hadise karşı tavır almaya
çalışır. Ancak ‘Muterahat fi’l-Akide’ adlı programlarda da açığa
kavuşacağı gibi konu Muaviye olduğunda hemen menkıbelerini ve
faziletlerini ispat etmeye girişir. Halbuki Muaviye bin Ebu Süfyan’ın
faziletleri hakkında sahih hiçbir rivayet olmadığını bütün İslam
alimleri açıkça dile getirmişlerdir. Kendisi ise yirmiyi aşkın sahabi
tarafından rivayet edilen bu sahih, hasen mütevatir rivayetler
karşısında ‘bu hadis çok su götürür’ sözünü söyleyebilme cesaretini
gösterebilmektedir.
Bu bölümde Sekaleyn hadisini
aktaran sahabenin isimlerine işaret edeceğiz. İnşallah önümüzdeki hafta
bu sahabelerin tercüme-i hallerine etraflıca değineceğiz.
“Diyor
ki; bu raviler şunlardır: Cabir el-Ensari, Huzeyfe İbn Üseyd, Huzeyme
İbn Sabit, Zeyd İbn Sabit, Sehl İbn Sa’d, Üeyre, Amir İbn Leyla,
Abdurrahman İbn Avf, Abdullah İbn Abbas, Abdullah İbn Ömer, Adiyy İbn
Hatem, Ukbe İbn Amir, Ali İbn Ebu Talib (a.s), Ebu Zerr, Ebu Rafii, Ebu
Şureyh el-Huzai, Ebu Kudame el-Ensari, Ebu Hüreyre, Ebü’l-Heysem İbn
et-Teyyihan,Ümm-ü Seleme, Ümm-ü Hani bint Ebu Talib. (31)”
Bütün bunlara rağmen İbn Teymiyye ‘Bu hadis çok su götürür’ diyebilmiştir.
- Teşekkürler, Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey. Bir sonraki programda görüşmek üzere. Es-Selamü Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü.