Şrift ölçüsü:
A+
A
A-
04 Mayıs 2015

Epistemolojik Rab

Epistemolojik Rab

Maksat insanın bilgisini oluşturan, dolayısıyla insanın iradesini yönlendiren, dolayısıyla insanın yaşamını ve dolayısıyla insanın, kendisi olmak üzere tüm varlıklara yönelik ilişki yapısı ve niteliğini düzenleyen varlık veya varlıklardır. Bu bağlamda meşru ve gayri meşru olmak üzere iki rabbi tasavvur etmek mümkündür.

Zati Bilgiler Ve Zati Olmayan Bilgiler

İslam dini olmak üzere bütün semavi dinlerde (takiplerince demiyorum) bilgi kaynağı Allah’ın kendisidir. Allahtan olmayan bilgiler nefisten ve dolayısıyla gayri meşrudur. İnsanları farklı gruplara ve farklı meşreplere, farklı cephelere ve…ayıran temel amil bu tür bilgilerdir. Bu bilgi türüne sahip olan/olanlar bu bilgi türüne ilahi bir kılıf uydurarak insanlara kabul ettirilmesini kolaylaştırmaya çalışmış/çalışmaktlar. Allah’ın var olması başkası tarafından değil, zati olduğu gibi bilgisi de başkası tarafından değil zati ve dolayısıyla meşrudur. Zatını biliyor ve tanıyor olması gereğince neyin vücut bulabileceğini ve neyin vücut bulamayacağını;  vücut bulabileceklerin nasıl vücut bulabileceğini, ne kadar vücut alabileceğini, vücut bulduğunda ne tür istidatlar taşıyacağını ve ne tür varlıkları mümkün kılacağını çok iyi biliyor. Onun icatları ve yaratıkları kendi zati hakkındaki bilgi kaynaklık ediyor. Felsefe ve kelam literatüründe bu bilgi türüne “fiili/etken bilgi”, kendi zatından değil başkasının kaynaklın ettiği bilgiye de “infiali/edilgen” bilgi denilmektedir.  Allah’ın bilgisi zati olduğu için fiili ve dolayısıyla olanaklı olan tüm varlıkların kaynağı bu bilgidir. Mümkün kategorisine giren her varlığa bu bilgi taalluk ve ilahi iradeyle vücut bulur. Mümkün kategorisine giren her varlığa adaleti gereğince vücut veriyor. Tabii olarak yaratığı her varlık hakkındaki bilgisi detaylıdır. Yani yarattığı her varlığı en inceliğine kadar tanıyor.  

Gökyüzü ve Yeryüzünün Yaratılmasıyla Yeni İstidatlar Şekilleniyor

Yeryüzü ve gökyüzü var olabilir ve olanaklı; mümkün kategorisine girer girmez, yani olanaklı ve mümkün olur olmaz hak Teâlâ tarafından onlara vücut veriliyor. Bu varlıkların yaratılmasıyla binlerce potansiyeller ve istidatlar meydana geldi. Bu istidatların ve bu potansiyellerin fiiliyata geçirilmesi, madde ve manadan şekillenmiş bir varlık türünün var olmasını gerektiriyor ki madde boyutuyla maddi varlıklarla irtibat kuracak, mana boyutuyla Allah’ın ilmi ve iradesine mazhar olabilecek bir varlık. Yani bu istidatlarda ilahi bilgiler doğrultusunda ama bu varlık türü vasıtasıyla. Dolayısıyla bu varlık türü ilahi teşrii iradenin mazharı olmak istenilmektedir. Hikmeti ayrı bir makalede incelenmesi lazım.  

Şekillenen İstidatları Fiiliyata Geçirmek İçin Yeryüzüne Halife Yerleştiriliyor

Allah u Teâlâ kendi bilgi ve dolayısıyla teşrii iradesine mazhar olabilecek ve söz konusu bilgi ve irade doğrultusunda yeryüzündeki istidatları ve yetileri fiiliyata geçirecek kabiliyetinde bir varlık türünü (insanı) yaratarak onu yeryüzüne halife olarak yerleştiriyor. Allah yeryüzüne bir halife yerleştiriyorum demekle adeta bunu bildirmek istiyor: “"ben yeryüzünde bir halife karar yerleştireceğim" (Bakara 30).

Halife, kendi bilgileri dolayısıyla kendi bilgi ve arzusu doğrultusunda değil, kendisini halife kılanın; yani Allah’ın kendisine vermiş olduğu talimatlar (bilgi) doğrultusunda, üzerinde halife kılınmış varlıkların taşıdığı istidatları, yetileri ve potansiyelleri fiiliyata geçiren ve imar eden bir kimsedir. Sayın Mehmet Görmez Diyanet İşleri Başkanı katıldığı “Çanakkale Kara Savaşları’nın 100. yıl anma töreninde Allah bizden yeryüzünü imar etmeyi istediğine işaretle kusur yaptığımızı itiraf ederek ıslah olunma niyazında bulunuyor: “Sen biz kullarından yeryüzünü birlikte imar etmemizi istedin. Biz ise tutku ve ihtiraslarımıza, kin ve öfkelerimize, nefret ve intikam duygularımıza yenik düşerek yeryüzünü ifsat ettik. Bizleri ıslah eyle Allah’ım!”. Islah olunmayı hepimiz en derin duygularımızla rabbimizden diliyoruz ve bu duaya âmin diyoruz. Ama bilinmeli ki Allah’ın bilgi ve talimatlarına uyulmadığı ve dine seküler bir anlayışla bakıldığı sürece (ki tarihte ve günümüzde bu bakış açısı hakim ve hakim olmaya devam etmekte) tutku ve ihtiraslarımızı dille değil, pratikle kenara atmadığımız müddetçe istenilen ıslahın gerçekleşmesi imkansızdır. İmkânsız olan bir şeyi Allah gerçekleştirmez. Bunu mümkün kılacak tek şey samimi olup dini bilgilerimizi sorgulayarak gerçekten Allah’ın bilgisine ve dolayısıyla Allah’ın teşrii iradesine teslim olmaktır. Yani dine bakış açımızı ve dini zorunlu kılan felsefeyi keşif etmemize bağlıdır.

Allah tarafından halife olarak yeryüzüne yerleştirilen varlık kendi algılarıyla değil, Allah’ın kendisine vermiş olduğu bilgi ve dolayısıyla Onun teşrii iradesinin mecrası konumunda olan kimselere teslim olmakla bu mümkündür. Allah’ın halifesi de Allah’ın bilgisi ve dolayısıyla Allah’ın teşrii iradesine teslim olan kimsedir, Allah’ın iradesine teslim olmayıp kendi hava ve hevesleri doğrultusunda iradesini fiiliyata geçiren bir kimse “kendi hava ve hevesini ilah…eden kimseyi görmedin mi?” (Casiye 24) şeklindeki ayete mazhar olacak, Allah korusun. Dolayısıyla bizde halifelik anlayışı doğru bir şekilde şekillenip gerçekten “halife kılanın” bilgisine teslim olmadığımız sürece fesat çıkarmaktan kurtulamayız.      

Halife ve İki Bilgiden Birisini Seçme Zorunluluğu

Halife olarak yeryüzüne yerleştirilen bu varlık iki boyutlu ve zahir ve batın diye iki yönlü; bir yönü yaratıcısına diğer yönü kendine yönelik olduğu için zorunlu olarak ihtiyar sahibidir. Dolayısıyla iradesini, farklı şekillerde kendini zahir eden hava ve hevesinden kaynaklanan algı ve bilgi doğrultusunda veya Allah tarafından ihtiyarine verileceği bilgi ve dolayısıyla Allah’ın teşrii iradesi doğrultusunda fiiliyata geçirme noktasında bir seçim yapmak zorundadır. Kelam ilminde bu hakikate “emrun beynel emreyn = tefviz ile cebir arası”, yani ne mutezilenin tefvizi ne cehemiyenin cebri. İnsan seçmemezlik yapamaz. Kesinlikle iradesini devreye girmesi yani seçim yapması gerekiyor. Halife olma gereğince Allah’ın bilgisi ve dolayısıyla Allah’ın iradesi doğrultusunda kendi iradesini ayarlaması gerekiyor. Bunun tersini yaparsa Allah’ın halifesi olmaktan çıkmış ve ilah yerine girer, bu durumda hava ve hevesinden kaynaklanan teşhisleri doğrultusunda iradesini kullanır. Getirisi şu olacak ki varlık âlemine ilme dayalı tek bir iradenin -Allah’ın iradesi- hâkim olması gerekirken hava ve hevese dayalı birçok irade devreye girer. Allah’ın iradesi dışında başka bir irade veya birkaç iradenin olduğu yerde fesat, zülüm, adaletsizlik kaçınılmaz olur. Zira başka iradeler yaratıcı değil dolayısıyla bir taraftan bilgisizlik, diğer taraftan çatışmalar olacak; “Eğer onlarda (gök ve yeryüzünde) Allah dışında başka ilahlar (iradeler) olsa onlar fesada giderlerdi” (Enbiya 22). Yaratıcının bilgisi tarafından yönlendiren irade devrede olmadığı her yerde kişisel bilgilere dayalı iradeler devreye girmiş olur, dolayısıyla fesat kaçınılmazdır.  

İlahın Anlamı

İlah, iradesi cereyanda olan bir kimseye denilmektedir. İradeyi yönlendiren ise bilgidir. Allah’ın bilgisi ve dolayısıyla Allah’ın iradesi doğrultusunda hareket edilmeyen her yerde fesat ve zülüm olacaktır. Zira Allah’ın iradesinin olmadığı yerlerde şahsi ve hava ve heveslerden kaynaklanan ve kişisel bilgiler var, bu bilgiler adaleti sağlayamaz. Bu nedenle bilgi kaynağı olan Allah tarafından uyarılıyoruz:  “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur” (İsra 36). Dolayısıyla eğer irade sahibi olan insan, Allah’ın verdiği bilgiyle değil başka bir bilgiyle iradesini fiiliyata geçirirse Allah’ın halifesi olmaktan çıkar kimin bilgisiyle iradesini fiiliyata geçiriyorsa onun halifesi olur. Böylece birinci merhalede hakikatin üstünü kapatma anlamına gelen küfür, ikinci merhalede başkasının makamına tecavüz etme anlamına gelen zülüm ve üçüncü merhalede ikilik anlamına gelen ikiliğin şekillenmesiyle (ilahi ve gayri ilahi olmak üzere iki iradenin) şirk gerçekleşmiş olur. Böyle bir durum gerçekleşince insanın kendisi olmak üzere diğer varlıkların taşıdığı yetilere yönelik Allah’ın vermiş olduğu bilgilerle değil, kişisel ve hava hevesler doğrultusunda şekillenen algılarla, içtihatlarla muamele yapılacak. Bu durumda doğal olarak fesat, adaletsizlik ve…gerçekleşeşecektir. Zira insan olmak üzere söz konusu varlıkların taşıdığı istidatların büyük bir kısmı yok ediliyor ve çok az bir kısmı fiiliyata geçmesiyle varlıkta bir dengesizlik meydana gelir. Bir taraftan imar yapılırken diğer taraftan onlarca zayiat ve telefler veriyor; zahiren imardır ama hakikatte tahribattır.

Şirk  Allah’ın Hakkına Değil Varlıkların Hukukuna Tecavüzdür

Dolayısıyla “şirk dar çerçevede mabud ve dolayısıyla Allah’ın hakkına tecavüzdür” şeklinde değil -ki hep böyle algılamaya çalışılmış- şirk, Allah’ın bilgisine ve dolayısıyla iradesine teslim olmamakla kendi algılarımız doğrultusunda kendi iradelerimizi, irtibatlı olduğumuz varlıkların taşıdığı potansiyel ve istidatlara karşı faal edip onları fiiliyata geçirmeye çalışmak şeklinde anlamak gerekir. Doğal olarak kendi algı ve içtihatlarımızla yaratıcılık konumuna –insan olmak üzer varlıklardaki istidatları fiiliyata- kalkışırsak bu varlıkların taşıdıkları istidatların bir kısmını fiiliyata geçirsek bile binlercesini de tahrip ediyoruz. Dolayısıyla şirk Allah’ın hakkına değil varlıkların hakkına tecavüz etmek anlamındadır.  Şirkin Allah tarafından af edilmeyeceğinin bildirmesindeki felsefe de budur: “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür” (Nisa 116). Eğer şirk Allah’ın hakkına tecavüz etmek anlamında olmuş olsaydı, af edilmesi zorlaşmazdı. Zira Allah, kendi hakkını af edebilir ve başkasının hakkını af etmez noktasında âlimler arasında ittifak var olduğu gibi, ısrarla bir birinizi af ediniz tavsiyesinde bulunan dinin sahibi Allah’a da bu yakışır. Dolayısıyla şirkin af edilmemesi Allah’ın hakkına tecavüz olduğu için değil başkalarının hakkına tecavüz olduğu içindir. Bu bakımdan cehennemi mümkün kılan Allah’ın bilgisine ve dolayısıyla Allah’ın teşrii iradesine uymayan iradelerdir. Madde âleminde Allah’ın bilgisiyle değil beşeri bilgilerle tasarruf yapılırsa bilgi yetersizliği ve yanlış bilgiler söz konusu olduğu için tabii olarak nice istidatlar yok ediliyor. Mekke müşrikleri putları bahane ederek Allah’ın teşrii bilgisi ve dolayısıyla Allah’ın teşrii iradesinin mecrası olan resulün karşısında kendi bilgi, dolayısıyla kendi iradelerini hâkim kılmak istiyorlardı. Miskali zerre kadar zülüm etmeye razı olmayan Allah bunu af eder mi? Elbette ki hayır! Hatırlatılması gerekiyor ki bu açıklamadan maksat mistaksal olarak kimseyi müşrik yapmak değildir. Maksat eğer şirk af edilmeyecek bir gerçekse onu tespit eder, ondan sakınıp gerçek muvahhitler kategorisine girerek kendimizi Allah’ın mağfiretine mazhar olabilecek konuma getirmeye çalışmaktır. Bunun gerçekleşmesi için şirkin gerçekten ne olduğunu samimiyet ve sadakatle acı da olsa anlamaya çalışmamız gerekiyor. Aksi takdirde kendini kandırmış olanlardın olmuş oluruz. Kendini kandıran bir kimse başkasını da kandırır, başkalarını kandırmaktan başka büyük bir vebal olabilir mi? Müslümanları bir biriyle meşgul ettirmek şeklinde şekillenen bir din anlayışından kurtulmak gerekiyorsa ki gerekiyor, kökleri epistemolojikte; bilgi meselesinde aramak gerekiyor. Bu nedenle bu mesele çözülmesi gerekiyor. Bu sorun İslam dünyasında farkında olmaksızın tevhit ismi altında hep şirki meşrulaştırmaya gidilmiştir. Zira herkes tevhit adına kendi algısını ve dolayısıyla kendi iradesini insanlara hâkim kılmak peşinde olmuş ve halen bu durum devam etmektedir. Müslümanların bir biriyle bu denli uğraşmasının temel nedeni de bu olması gerek.       

Bilgi Türleri

Yeryüzüne yerleştirilecek insan, halife olarak yerleştiriliyor. Halife olarak yerleştirilecek insan daha önce işaret edildiği gibi vücutsal yapısı gereğince maddesel ve ruhsal boyutlu, zahiri ve batini cihete sahip, dolayısıyla irade sahibi olduğu gibi iradesini özgürce yönlendirme yeteneğine de sahiptir. İradeyi yönlendiren bilgidir. Felsefi –zihinsel bir tahlille- olarak baktığımızda birinci merhalede bilgileri tekvini ve gayri tekvini ve ikinci merhalede gayri tekvini olanları da ilahi ve gayri ilahi olmak üzere üç çeşit bilgi türü tasavvur edebiliriz. Tekvini bilgiler yaratılışla birlikte insana verildiği için yüzde yüz ilahidir. Kesbi olan bilgiler ilahi de olabiliyor gayri ilahide olabiliyor. Dolayısıyla üç bilgi türünü tasavvur edebiliyoruz; İlahi tekvini, ilahi teşrii ve gayri ilahi bilgiler. Bilgilerimize kaynaklık yapan neyse o epistemolojik rabdir. Hayat denilen şey iradenin tecellisi ve iradenin tecellisi de bilginin tecellisidir, dolayısıyla epistemolojik rab aynı zamanda yaşamımızın rabbidir. Bu nedenle epistemolojik rabbi tanımak hayli önemlidir. Değerli okuyucularımızın, makaleler uzun yazılıyor şeklindeki şikâyetlerin dikkati nazarda tutarak bu makalede “ilahi tekvini” bilgiler hakkındaki anlayışımızı paylaşacağız. Diğer bilgi türleri hakkındaki anlayışımızı başka makaleler şeklinde siz okuyucularla paylaşmaya çalışacağız.

Epistemolojik Rab

İlahi Tekvini Bilgiler:

Tekvini bilgi insan denen varlığın vücutsal boyutunun gereksinimidir. Bu bilgiler beşeri yani hava ve hevesten kaynaklanan bilgilerle kirlenmezse kesinlikle insanı doğrulara götürür. Bu bilgiler bütün insanlarda eşit derecede vardır. Zira bu bilgi insanın vücudunun şekillenmesiyle oluşuyor. İnsanı diğer varlıklardan ayıran ve imtiyazlı bir konuma koyan akıl yetisini oluşturan hakikatin kendisi de bu bilgilerdir. “Kendini fark etme, var olduğunu, vücuda getirildiğini, muhtaç ve vücudunun bağımlı olduğunu, bağımlı olduğu varlık onun bağımlı olduğu cihetiyle kendisine bağlı olmadığını, yaratıcının yaratığını herkesten daha iyi tanıdığını, içtimai nakizeyn muhaldır” şeklindeki bilgiler bu tür bilgilerdendir. Bunların en önemlisi ve bütün algıların, “sağlama” (doğruluk) ölçüsü konumunda olan “içtimai nakizeyn ya ziddeynin muhaldir” anlamını ifade ede aslıdır. Epistemolojikte bilgilerimizi meşrulaştıran rab bu asıldır. Samimilik ve sadakat şunu gerektiriyor ki insan kendi düşünce sistemini oluştururken bu aslı dikkati nazarda tutsun. Ama var olan düşünce –dini veya felsefi- sistemlerini tahlil ettiğimizde bu asla bağlı kalınmadığını görüyoruz. Bu sadakat ve samimilik ilkin kim tarafından çiğnediğini tespit edersek düşünce sistemlerini oluşturan bilgilerin kaynaklarını da; yani epistemolojik rabbi da keşif etmiş oluruz. Bu konuyu bir sonraki makalede inceleyeceğiz. İnşaallah. Bu samimilik ve sadakate bağlı kalınmadığı için genellikle insanın bilgisine kaynaklık yapan ilahi bilgiler değil hâkim zihniyetler şekillendiriyor. Sadece zor durumda kaldığında; yani edinmiş olduğu düşünce biçimleri tehlikeye girdiği vakit bu asla sığınılıyor. Bu durumda da kendi düşünce sistemine dönüp barındırdığı çelişkileri gidermeye çalışılmıyor. Çünkü bilgisini şekillendiren rabler çok, dolayısıyla bunun mümkün olmadığını kendisi biliyor. Dolayısıyla karşıdaki düşünceyi gerekirse iftiralarla tenakuz içinde olduğunu göstermeye çalışarak kendini savunulmaya çalışılıyor. Tehlikeyi atlattıktan sonra bu asıldan tekrar gaflet ediliyor. Epistemolojideki bu durum ontolojide olan şu durumla ayni: “O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır. Öyle ki gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla seyrettiği, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını (batıp boğulacaklarını) anlayınca dini Allah'a has kılarak "Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız" diye Allah'a yalvarırlar” (Yunus 22). Bu durum her iki halette de meşru olan rabbin en dar durumlarda sığınan şey veya varlık olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla ontolojide meşru olan rab Allah’tır ve epistemolojide “içtimai nakizeyn ve ziddeynin muhal oluşudur. Öyle se düşünce sistemlerimizi; ister dini olsun ister gayri dini, dallardan değil kökünden başlayarak bu asıl ile test etmeliyiz. Özellikle böyle bir çalışma içerisine girmediğimiz sürece bilgi kirliliğinden kurtulamayız. İnsanın, mezkûr “ilahi tekvini bilgiler”e sahip olduğunu ispatlatmak delil istemiyor. Bu bilgileri taşıyan yetiye akıl diyoruz. Bu nedenle Allah akıllarını kulanın derken adeta bu bilgileri devreye sokun ve akıllarını kullanmıyor derken de, adeta bu bilgilerden yararlanmıyor demek istiyor. Allah’ın insan üzerinde hücceti tamamlayan bilgiler de bu bilgilerdir. Bu bilgilerin hüccet tamamlayacağı hakkında konuşacağız. İnşallah. Dolayısıyla kesbi bilgilerimizi bu bilgiler üzerine bina etmek mecburiyetindeyiz. Eğer kesbi bilgilerimizi bu bilgiler üzerinde şekillendirirsek bütün bilgilerimiz ilahi ama içinde çelişki barındırıyorsa ilahi bilgilerden fasıla almış durumdayız. Buna binaen bir düşünce sistemi çelişkiden uzak olduğu oranda ilahi, dolayısıyla hak ve çelişi barındırdığı oranda yanlıştır. Bu nedenle doğrulara varabilmek için ilkin ameller ve tavırlar değil, bu amelleri şekillendiren zihniyet, düşünce sistemi ve mektebi şekillendiren algıları bu asıl doğrultusunda test edilmelidir. Yazılarımızı bu doğrultuda ayarlamaya çalışırsak ve samimi olursak kesinlikle doğruları bulacağız. Zira bu Allah’ın vaadidir; “Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza (hakikate) ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir”. (Ankebut 69)

Murat Aydoğdu

welayetnews
1131 بازدید
در حال ارسال اطلاعات...